Sıfır İnananlı Tanrıça ile Isekai'yi Temizlemek - Sınıf Arkadaşları Arasındaki En Zayıf Büyücü
Ay Kahini Kendinden Habersiz
◇Furiae
Naia Laphroaig’in Bakış Açısı◇
Batı Kıtasında bir efsane vardı.
1000 yıldan çok daha önce.
Kurtarıcı Abel doğmadan önce bir çağda
anlatılan eski bir hikaye.
Bir prenses ve şövalyenin hikayesi.
Mekan, bu kıtada küçük, zengin bir ülkeydi.
Bu ülkeye Doğu Kıtasından bir cadı gelmişti.
Cadı inanılmaz bir büyücüydü.
Cadı hasta kralı iyileştirmişti.
Karısını kaybeden ve çaresizlik içinde
boğulan başbakanın kalbini iyileştirmişti.
Bacağını kaybeden generale yapay bir bacak
vermişti.
Kral, başbakan, general ve ülkenin önemli
insanları; hepsi cadı tarafından tuzağa düşürülüyordu.
Fark ettiklerinde ülke cadının ellerindeydi.
Ülkeyi yöneten cadı, halkı sömürdü ve onları
hayatlarının son damlasına kadar çalıştırdı.
O ülkede bilge bir prenses vardı.
Ülkeleri cadı tarafından ele geçirilen
prenses ve çocukluk arkadaşı şövalye, ülke tarafından takip ediliyordu.
Birçok zorlukla karşılaştılar, ancak
yollarında müttefikler topladılar.
Sonunda kötü cadıyı yendiler ve ülkelerini
kurtardılar.
Kendisi harika bir kraliçe ve onu destekleyen
şövalye nihai kahraman oldu.
Kurtarıcı Abel’in hikayesi kadar meşhur olan
ünlü bir hikaye; Prenses ve Koruyucu Şövalye hikayesi.
Koruyucu Şövalye paktına, bu hikaye ile biçim
verilmişti.
Ay Ülkesi halkı, Kurtarıcı Abel'ın hikayesini
beğenmedikleri için bu da bu hikayeyi anlatmak istememelerinin bir nedeniydi.
Prenses ve Koruyucu Şövalye'nin hikayesi bana
defalarca anlatıldı.
O hikayede sevdiğim bir cümle vardı.
Şövalyenin prensese söylediği bir şey.
‘Prensesim, bütün dünya senin düşmanın olsa
bile seni tek başıma korumaya devam edeceğim.’
Kıtadaki tüm ülkelerin nefret ettiği Ay
Kahini olarak bu cümle kalbimde yankılanan bir sözdü.
Bir gün bunu söyleyecek bir Koruyucu Şövalye
ile tanışacağım günü hayal ettim.
Fakat gerçeklik farklıydı.
“Kahin-sama.”
“Furiae-sama.”
“Ay Tanrıçası’nın Kahini-sama.”
“Güzel Kahin-sama’mız.”
“Lütfen bizden bir şey iste.”
Çevrem, benden etkilenen insanlarla doluydu.
Ay Tanrıçası Naia'nın bana bıraktığı lütuf
(lanet).
Tüm canlılar benim güzelliğime hayran kalacaktı.
Bu sayede hem erkekler hem de kadınlar ilk
görüşte bana aşık olacaklardı.
Bu yüzden çevremdeki insanlar beni koruyordu.
Ancak Koruyucu Şövalye'nin sadakatle dolup
taştığı hikayedeki gibi değil, sadece benden etkilendikleri için.
İyi göründüğüm için beni takip ediyorlar.
Bu bana çok tatsız geliyordu.
Düşünmeyi bıraktım ve gerçekliğin böyle
olduğuna karar verdim.
-Bir gün, bir adamla tanıştım.
Sakurai Ryosuke.
O, farklı bir dünyadan gelen Işık Kahramanı
idi.
İlk başta beni yakalamaya gelmişti ama sonra durumumu
dinledi, bana sempati duydu ve bana olumlu duygular yöneltti.
Ve en önemlisi, Cazibem Işık Kahramanında pek
işe yaramadı.
Cazibeme kapılmış bir durumda olmasa bile o
benim müttefikimdi.
“Furiae, ne zaman başın belaya girerse seni
kurtarmaya gelirim.” (Sakurai)
“…Anladım.” (Furiae)
Mutluydum.
İlk defa birinden hoşlanıyormuşum gibi hissettim
Ama o Işık Kahramanı idi.
Nişanlısı, kıtanın en güçlü ülkesinin
prensesi olan Prenses Noel'di.
Görünüşe göre birçok nişanlısı da vardı.
Ay Ülkesi halkı da Dağlık’tan nefret ediyordu.
Dağlık Kahramanı Sakurai Ryosuke ile birlikte
olmamı istemezlerdi.
Başka bir deyişle meyve vermeyecek aşk.
(…İlk aşkların çiçek açmadığını söylerler.)
(Furiae)
Tüm insanları cezbeden biri olmasına rağmen
ilk etapta aşık olabilmek bile şimdiden tesadüfi kabul edilebilirdi.
Bunu unutmam gerektiğini düşündüm.
Onu acı bir anı olarak bırakmayı
düşünüyordum.
Hepsi bu kadar.
-Sonra garip bir adamla tanıştım.
Takatsuki Makoto.
O da farklı bir dünyadan gelmiş biriydi.
İsmini Ryosuke'den birkaç kez duymuştum.
Gerçekten güvenilir bir insan olduğunu,
inanılmaz bir adam olduğunu söylemişti.
Işık Kahramanı Ryosuke tarafından bu kadar övüldüğüne
göre nasıl bir adam olacağını merak ediyordum.
Oldukça harika biri olmalı, diye düşünmüştüm.
Fakat onu bizzat gördüğümde zayıf bir vücuda
sahipti, sanki itildiği an düşecek gibiydi.
Bir büyücü olmasına rağmen manası sadece
hafif bir esinti gibiydi.
Grup üyeleri: Büyücü elf kızı ve diğer dünyalı
savaşçı kız ondan çok daha güçlüydü.
Biraz hayal kırıklığına uğradım.
Ama o Su Ülkesi Tarafından Atanmış Kahramanı
idi.
Ve böylece Takatsuki Makoto ile Güneş
Ülkesi’nden kaçmak için bir Koruyucu Şövalye anlaşması yapmayı planladım.
Fakat burada beklenmedik bir şey oldu.
Cazibem Takatsuki Makoto'da hiç işlemiyordu.
Böyle olması gerekmiyor, Ay Tanrıçası Naia!
Tüm canlıları cazibeme çekebilmem gerekmiyor
mu?!
Elbette, şimdiye kadar hayatım boyunca onunla
yalnızca bir kez konuşmayı başardığımda Ay Tanrıçası'nın yanıt vermesi mümkün
değildi.
Fakat Takatsuki Makoto benim Koruyucu
Şövalyem oldu.
Görünüşe göre iyi biriydi.
İçimde iblis yavrusu kanı vardı ve insanlar
tarafından nefret ediliyordum.
Kurtarıcı Abel'ın hikayesindeki kötü adamın
reenkarnasyonu, Felaket Cadısı.
Her halükarda eninde sonunda gruptan atılacağım.
Böyle düşünmüştüm.
Fakat Kötü Bir Tanrının Öncüsü Takatsuki
Makoto; yarı iblis olan Büyücü-san; ve bir Lamia olan Savaşçı-san; hepsi farklı
geçmişlere sahip grup üyeleriydi.
Fakat hepsi iyi insanlardı.
Hiçbiri benden nefret etmedi.
Gruptan ayrılma zamanını kaçırmıştım ve fark
ettiğimde yerleşmiştim.
(Bir süre burada kalmak güzel olur…) (Furiae)
Böyle düşünmüştüm.
Huzurluydu.
Takatsuki Makoto'nun canavar sürülerinin
arasına girdiği ya da taşlaştığı zamanlar olabilirdi, ama ben doğduğumdan beri
Ay Ülkesi'nin karanlık yeraltında büyüyen biri olarak Su Ülkesi, Orman Ülkesi
ve Ateş Ülkesi eğlenceliydi.
Büyücü-san'ın Makkaren'de tehlikede olacağını
öğrendiğimde ve Odun Ülkesi’nde taşlaşmış elflere yardım ettiğimde, pek
sevmediğim Kader Büyüsü ve Lanet Büyüsü kullandım.
Zordu.
Fakat tatmin olmuş hissettim.
Bir gün Ay Ülkesine geri dönmek zorunda
kalacaktım, yaşayıp giderken aklımın köşesinde tuttuğum şey buydu.
Ancak... son zamanlarda beni rahatsız eden
pek çok şey oldu.
Nedeni büyük olasılıkla… Şövalyem, Takatsuki
Makoto.
Takatsuki Makoto Cazibeme çekilmiyordu.
Sadece bu da değil, geleceğini de göremiyordum.
Ne düşündüğünü anlayamıyorum.
O Ay Kahini’nin Koruyucu Şövalyesi olmasına
rağmen, yanımda değildi.
Her zaman ya eğitim yapıyor ya da bir yerde
bir kadınla görüşüyordu.
Umurumda değildi.
Takatsuki Makoto ile olan ilişkim Koruyucu Şövalye
paktına ilişkindi.
İşle ilgili bir ilişki.
Buna aldırmama gerek yoktu.
Buna gerek yoktu ama son zamanlarda Takatsuki
Makoto'yu izlerken sinirleniyorum.
Kendisine açıkça düşmanlık besleyen Kader
Kahini ile tek başına buluşacaktı.
Ve bu seferki plan anlamsız bir savaştan
kaçınmak olsa da kendi iradesiyle savaşacaktı.
Ona söylediklerimi hiç dinlemiyordu!
Fark ettiğimde bir kadınla flört ediyordu!
Sonuncusu önemli değildi.
Beni ilgilendirmezdi.
Hayır… Takatsuki Makoto'ya aşık olabilir
miyim?
Ancak bu duygular, Ryosuke'ye karşı
hissettiğim duygulardan tamamen farklıydı.
Sadece beni kızdırıyordu.
Takatsuki Makoto'ya aşık olanlar, Büyücü
Lucy-san ve Savaşçı Aya-san'dı.
Ve ben de onlara sormaya karar verdim.
“Hey, Büyücü-san, Savaşçı-san, o adama nasıl
aşık oldunuz?” (Furiae)
“Ani oldu, Furi.” (Lucy)
“Sorun ne, Fu-chan?” (Aya)
İkisi şaşkınlıkla arkalarını döndüler.
Takatsuki Makoto savaş konseyine katılıyordu,
bu yüzden yoktu.
Onlara sormak için en iyi fırsattı.
“Bilmek istiyorsan sana söyleyebilirim! Büyük
Ogre tarafından saldırıya uğradığımda onun tarafından kurtarıldığım sırada
sanırım. Ondan sonra, Griffon tarafından saldırıya uğradığımızda. Ciddi şekilde
yaralanmasına rağmen beni hedef alan canavarlardan kurtardı! O sırada
Makoto'nun beni kucaklamasının iyi olduğunu düşündüm!” (Lucy)
“A-Anladım... Ya sen, Savaşçı-san?” (Furiae)
Büyücü-san'ın heyecanı anında yükseldi.
Takatsuki Makoto hakkında konuşurken hep
böyle oluyordu.
“Muhtemelen odasında onunla birlikte
oynadığım sırada. Ah, asıl dünyamızdan bahsediyorum. Ortaokuldan beri
Takatsuki-kun'un odasında uzun süre kalırdım ve onunla birlikte olmak
rahatlatıcı geliyor. Ancak son zamanlarda yalnız kaldığımız süre azaldı. Aah, önceki
şey çok nadirdi. Orada çok yakındım.” (Aya)
“Tanrım, bu iyi değil, Aya.” (Lucy)
Büyücü-san, bunu söylediğinde Savaşçı-san'a
baktı.
“Evet, bunu düşündüm.” (Aya)
“Kesinlikle düşünmedin.” (Lucy)
Büyücü-san, Savaşçı-san'ın yanaklarını çekti.
Savaşçı-san da bunu yaptı.
Çok iyi anlaşıyorlardı.
Hmm...
Tehlikede iken kurtulan Büyücü Lucy-san.
Uzun zamandır onunla birlikte olan savaşçı
Aya-san.
İkisi de sahip olmadığım şeylerdi.
Bir referans olarak hizmet etmiyor gibi
görünüyordu.
“Peki, Aya’nınkilerle karşılaştırırsak
benimki daha dramatik.” (Lucy)
Büyücü-san göğsünü gururla gerdi.
“Anlamıyorsun, Lu-chan. Günlük hayatını
onunla geçirmeyi sevdiğin için aşık olmak, birine aşık olmanın en iyi yolu.
Ayrıca onunla daha uzun süredir birlikteyim.” (Aya)
Savaşçı-san, ‘Hadi ya! Yok canım!’ ifadesiyle
başını salladı.
“Uzunluğa göreyse bu dünyaya geldiğinden beri
en uzun süredir onunla birlikte olan benim. Ayrıca, kızı tehlikeden kurtaran adam
konusu. Buna Kahraman Arzusu falan diyorlar.” (Lucy)
“Haah… Lu-chan, böyle aşık olmak, kolay kadın
dedikleri şey oluyor. Ne yazık ki bu kategoriye giriyorsun.” (Aya)
“Ha?! Madem öyle diyorsun, Makoto ve
Fujiyan-san'dan çocukluk arkadaşı kahramanının çok eski zamanlardan beri her
zaman kaybettiğini duydum.” (Lucy)
“O otakular ... Çok kötü~ İlkokuldan çocukluk
arkadaşı kahramanlar. Ortaokuldan beri bir arkadaş, çocukluk arkadaşı kahraman
kategorisinde değil~” (Aya)
“Ugugu... Diğer dünyalıların kuralları kötü.
O halde Aya bir çete kahramanı.” (Lucy)
“Ha?! Bana sataşıyor musun, Lu-chan?!” (Aya)
“İlk saldıran sendin, Aya!” (Lucy)
Büyücü Lucy-san ve Savaşçı Aya-san, burunları
birbirine yapışmış şekilde birbirlerine bakıyorlardı.
Onlarla yeni tanıştığımda bu olsaydı ‘aah,
kavga çıkacak şimdi’ derdim ama onların kavgaları hep şakasınaydı.
Öyle bile olsa ‘Kolay Kadın’ ve ‘Kahraman’ nedir?
Diğer dünyalıların dilini anlamıyorum.
“O halde, bu gece gizlice Makoto'nun odasına
giriyoruz ve bunu hallediyoruz, Aya!” (Lucy)
“Tam da beklediğim şey, Lu-chan. Sevimli iç
çamaşırları seç.” (Aya)
“Onları çıkarıyor olsak bile mi?” (Lucy)
“Takatsuki-kun onları çıkarırsa sevimli olması
daha iyi, değil mi?” (Aya)
Fark ettiğimda konuşma büyük ölçüde raydan
çıkmıştı.
Ya da daha çok neden bahsediyorlardı?!
“Hey, benim de bu çadırda olduğumun farkında
mısınız?!” (Furiae)
“Iyan!” “Kyan!”
Böyle bir konuşmanın içeriğini göz ardı
edemedim ve bu yüzden hem Büyücü-san'ın hem de Savaşçı-san'ın kafasına vurdum.
Onları
kendi haline bırakırsam bu ikisi sonunda sınırsız bir öfke patlaması yaşardı.
Üstelik şaka yapmıyorlardı. Bunu ciddiye
almaları rahatsız ediciydi.
““…….””
Büyücü-san ve Savaşçı-san dikkatle bana baktı.
“Makoto söz konusu olduğunda Furi son
zamanlarda ciddileşti.” (Lucy)
“Değil mi? Anında sinirleniyor.” (Aya)
“N-Ne?! Bu doğru değil!” (Furiae)
Suratımı astım ve diğer tarafa baktım.
Savaşçı-san ve Büyücü-san birbirlerine baktı.
“Ne düşünüyorsun, Aya?” (Lucy)
“Peki, Fu-chan öyle diyorsa durum bu değil
mi? Yani Fu-chan'ın başında.” (Aya)
Off, ikinizin nesi var?! Konuşmaları bana
kesinlikle bana inanmadıklarını söylüyor!
“Evet. Konuyu değiştirme. Lu-chan, Güneş
Şövalyelerinden bir kadın şövalye Takatsuki-kun ile konuşmayı denemek
istediğini söyledi.” (Aya)
“He?! Ne alaka?!” (Lucy)
“Bunu gizlice duydum, sanki Takatsuki-kun
hedefleniyormuş gibi.” (Aya)
“Bir savaşın ortasında olsak bile, herhangi
bir tehlike duygusu yok mu?!” (Lucy)
İkisi öfkeyle şişiyorlardı, ama benim gözümde
ikisi de pembeyle doluydu.
İkisi şimdi bundan ve sevdikleri adam
hakkında şikayet ediyorlardı.
‘Yoğun’ ve ‘bayrak yükseltici’ gibi şeyler.
Şikayet ettiklerinde bile eğleniyor
gibiydiler.
(…Her halükarda…) (Furiae)
Bu ikisini gördükten sonra düşündüm ki… Ben
gerçekten o ikisinden farklıyım.
Ben… Takatsuki Makoto'ya aşık olduğumu
sanmıyorum.
Ne de olsa beni sinirlendiriyor.
Bir süre sonra Şövalyem geri geldi.
Toplantının içeriğini paylaştı ve antrenman
yapmak için hemen ayrıldı.
Büyücü-san ve Savaşçı-san konuşmaya devam
ettiler ve konuşmaktan yorulmuş gibilerdi, uykuya daldılar.
Ben… uyuyamadım.
O adam hala antrenman mı yapıyordu?
Yine bir kadın tarafından baştan mı çıkarılıyordu?
Sen benim Koruyucu Şövalyemsin, bu yüzden
yanımda kal.
…Canımı sıkıyor.
Fark ettiğimde Takatsuki Makoto'nun eğitim
aldığı kaynağa doğru yürüyordum.
◇Takatsuki
Makoto’nun Bakış Açısı◇
“Hey, Şövalyem.” (Furiae)
Ayın ışığı üzerinde parlayan Furiae-san
ellerini beline koydu ve sanki etrafımda daire çiziyormuş gibi etrafımda
dolaşıyordu.
Ona baktığımda bakışlarını kaçırdı.
Her zamanki kadar güzeldi, ama dudaklarının
köşesi aşağı bakıyordu ve görünüşü pek de olumlu değildi.
Keyifsiz gibi görünüyordu.
Öyle olmalı.
Koruyucu Şövalyesi olarak onu daha iyi
hissettirmeliyim.
“Sorun ne olabilir, Prenses? Görünüşe göre
bugün keyifsizsin.” (Makoto)
“Bu şekilde konuşmayı bırak. Tüyler
ürpertici.” (Furiae)
“Çok acımasız.” (Makoto)
Nedense hakarete uğradım.
“…”
“……?”
Furiae-san hiçbir şey söylemiyordu.
Elden bir şey gelmezdi, bu yüzden eğitime
devam ettim.
Ruhlarla konuştum, kelebekler yarattım ve
onları uçurdum.
Bunu yaparken Furiae-san bana dikkatle bakıyordu.
...Rahatlayamıyorum.
Eğitim sırasında izlendikten bir süre
sonra...
“Hey Şövalyem, su büyünle kelebeklerden başka
bir şey yapamaz mısın?” (Furiae)
“Yapabilirim. Ne yapmamı istiyorsun?”
(Makoto)
Furaie-san benimle konuştu.
“Büyük bir şey görmek istiyorum.” (Furiae)
“Tamam~” (Makoto)
Su büyüsü ile bir balina yaptım ve uçurdum.
“Nasıl?” (Makoto)
“Eh. Şimdi, sıradaki…” (Furiae)
Furiae-san'ın bugün çok isteği vardı.
Ama ona büyümü gösterdiğimde keyfi yerine
geldi, sesi daha da parlaklaştı.
Su büyülerimle bir sürü yaratık yapmaya devam
ettim.
(…Şimdi oldukça yorgunum.) (Makoto)
Furiae-san'ın bugün gerçekten çok isteği
vardı.
“Geri dönelim mi, Prenses?” (Makoto)
“Doğru! Artık geç oldu, öyleyse geri dönelim,
Şövalyem.” (Furiae)
Furiae-san ve ben birlikte çadıra geri
döndük.
Gece yarısını çok geçmişti.
Furiae-san yanımda mırıldanıyordu.
Keyifli görünüyordu.
“Benimle konuşacak bir şeyin yok muydu?”
(Makoto)
Furiae-san'a sordum ama ‘hiç’ diye cevap
verdi.
Çadırın önüne geldik.
Lucy ve Sa-san zaten uyuyor olmalıydı, bu
yüzden onları uyandırmamak için sessizce girmemiz gerekiyordu.
(…[Gizli Kalma].) (Makoto)
“Yapma.” (Furiae)
Furiae-san kafama vurdu.
“Ne?” (Makoto)
Ona şikayet ediyormuş gibi baktım.
“Kızların uyuduğu çadıra girerken gizli
kalmayı kullanmak bir suçlunun yapacağı bir şey.” (Furiae)
“…Doğru.” (Makoto)
Normal olarak girelim.
Elimi çadırın girişine uzattım.
“Bekle!” (Furiae)
Furiae-san elimi çekti.
“Vay!” (Makoto)
Bir Kahin’in gücüne kapıldığımda
direnebilmemin hiçbir yolu yoktu.
Yeterince kuvvetle çekildim ve bir an için
yerden havalandım.
“Hey, Prenses, ne yapıyorsun birden...”
(Makoto)
*Pang!!*
O anda dev bir gölge indi.
Aynı zamanda yer de şiddetli bir şekilde
sallandı.
Bir insanın sahip olması imkansız olan birkaç
metrelik dev bir vücut.
“Bundan kaçınmana hayran kaldım! Rozes Kahramanı!”
Önümüzde beliren dev bir konuşan canavardı.
Hayır, bir iblis.
Vücudunu kaplayan miazma ve mana bana İblis
Lordu Bifrons'un astları Shuri ve Setekh'i hatırlattı.
“Ben Zagan-sama'nın yakın yardımcısıyım; On
Pençeden biri, Fırtına Hayate! Rozes Kahramanına suikast düzenlemeye geldim!
Senin canını alacağım!”
Baş ağrısına neden olan bu adda ne vardı?
Ayrıca, suikast yapacaksanız bunu daha sessiz
yapın!
Cevap verecek vaktim olmadı.
İblis bize saldırdı.