Zanaatkâr Teknobaz

17 Haziran 2020
Çeviri: Lohengramm
Düzenleme: Lohengramm
973 Görüntülenme
Bu bölümü 12 Kişi beğendi.
Cilt 1

Nargoz Canavarı (2. Kısım)

Zanaatkâr Teknobaz – 9. Bölüm: Nargoz Canavarı (2. Kısım)

 

Kars’ın parıltılı kristal surlarından Nargoz’un kasvetli havasına gelmek, Kilian’a huzur vermiş, aklındaki iblisleri yatıştırmasını sağlamıştı. İki muhafız devasa odasının kapısında duruyor, diğerleri de sessizce odalarında oturuyordu.

 

 

 

Kilian’ın dediği gibi Yaralı Yürek’in on iki üyesi gardiyandan başka bir şey değildi. Onu korumak yalnızca bir sonuçtu, amaçları değildi. Onlarla savaştığından ve birden fazlasını öldürdüğünden, Kilian ne kadar fanatik olduklarını biliyordu. Tıpkı Wilfried gibi onlar da Klaus’un şerefi için yaşayıp ölüyorlardı, başka hiçbir şeyin önemi yoktu.

 

 

 

On ikisi herhangi bir şüpheli hareket var mı diye tetikte dururken, Kilian göğsünü okşadı ve onun yerini hareketli, holografik bir sahtesi alırken odadan kayboldu. Isı karşıtı sensör, Kilian’ın hologramının aynı kızılötesi radyasyonu yaymasını sağladı ve on iki koruması ortadan kaybolduğunu anlamadı.

 

 

 

Tıpkı Klaus’un dediği gibi, Wilfried bazen fazla kafa yoruyordu ve gereksiz önlemler alıyordu. Eğer Kilian kaçmak isterse, on ikisi de onu durduramazdı. Ayrılmış, görünmez moleküllere bölünen Kilian duvarlardan geçti ve Nargoz’un Yarasa Kulesi’nin tepesinde yeniden ortaya çıktı. Oradan kasvetli krallığa baktı.

 

 

 

“Baba, anne, burada ayaklanmamın ilk adımını atacağım. Kan akacak, masumlar ve suçlular acı çekecek, ama döktüğünüz yaşların intikamını almak için, kalbim yaralanacak olsa bile Klaus’un hayallerini paramparça edene dek durmayacağım.

 

 

 

Eğer cennetteyseniz beni affedecek misiniz?

 

 

 

Eğer cehennemdeyseniz beni karşılayacak mısınız?

 

 

 

Ne olacağını bilmiyorum, ama bir gün sizi düşvaride olmadan da yeniden gülümserken görmek istiyorum,” diye fısıldadı Kilian ve kabilesinin adetlerine göre avuçlarını uzatıp yere kanını döktü. Arkadyalılar inançlarını yitirmiş olabilirlerdi, ama uzak kabilelerin hâlâ kadim gelenekleri vardı.

 

 

 

Kilian’ın soyu tükenmiş kabilesinde bir çocuğun avuçlarını açıp ailesinin mezarına kanını dökmesi, ataya saygı göstermenin en büyük şekliydi. Ne yazık ki Kilian’ın kanını dökebileceği bir mezar yoktu ve yapabileceği tek şey kanını en yüksek noktadan döküp rüzgârın bu damlacıkları sevdiklerine ulaştırmasını ummaktı.

 

 

 

Ölüm, yeni bir yolculuğun başlangıcıydı. Kilian’ın da kabullendiği gibi, dünyada ne cennet vardı ne de cehennem, yalnızca sonsuz reenkarnasyon vardı. Ama Kilian’ın açılan yarası anormal bir hızda iyileşirken, gece yerini akşam karanlığına bıraktı ve Nargoz caddeleri korku kokmaya başladı.

 

 

 

Doğumu ve büyümesi esnasında yaşanan bütün o ritüeller ve genetik geliştirmelerden ötürü, Kilian Arkadya standartlarına göre bile anormaldi. Görüşü, koku alması, fiziksel yetenekleri sayesinde, dra manipülasyonu hakkında bilgisi olmamasına rağmen artık Viktor gibi Öz Tapınakçılara rakip olabiliyordu. Hatta saf algı konusunda onları geride bırakıyordu.

 

 

 

Eşsiz şartlarının kökenini anlayan tek kişi Klaus'tu ve o da bunu o gizemli ihtiyar dışındaki herkesten gizli tutmuştu. Ve şimdi bu koşullar, Kilian’ı Nargoz gecelerine karşı uyarıyordu. Yüzünde bir tebessümle kollarını açtı ve aristokrat giysisinin altından kara plakalar çıktı, kumaşı yırtarak Kilian’ı yürüyen bir meka kıyafete dönüştürdü.

 

 

 

Ay ışığını yutan obsidyen metali, aç gözlü bir iblis şövalyeninkine benzer miğferi, çıkarılabilir enerji kanatları ve iki buçuk metrelik boyutuyla, Kilian’ın güç zırhı, muhafızlarının Zurhlarını solluyordu. Ama aslında onlardan çok da güçlü değildi. Klaus buna Düşmüş Melek Zırhı diyordu, Kilian bu ismi her zaman kafa karıştırıcı bulmuştu.

 

 

 

Klaus’un laboratuvarından çıkma bir prototip olan Düşmüş Melek Zırhı, Zurhlar ve Kristal Lord Zırhı arasında bir köprüydü. Zurhlar ve Güç Zırhları aşırı eğitim gerektirse de yalnızca Yüksek Tapınakçılar veya Kilian gibi anormaller Düşmüş Melek Zırhı’nın yükünü kaldırabiliyordu.

 

 

 

Kırmızı vizörünü aktifleştiren Kilian, elli kilometre karelik alanı tarafı ve kendisini gizleyip Nargoz sokaklarına daldı. Her ne kadar en başta başka planları olsa da Nargoz’daki kan soyundan gelme komplocuları yakalarsa Oliver’ın ona köle olacağından şüphesi yoktu.

 

 

 

Erkekler, kadınlar ve çocukların hepsi evlerine çekildiler. Eğer acele hareketleri ve korkmuş yüzleri durumu yeterince açıklığa kavuşturmadıysa, kan avcılarının ve efendilerinin şehrin çeşitli köşelerinden çıkması Kilian’ı tetikte kalmaya itmişti.

 

 

 

Nargoz sokakları sisliydi, çoğu yer şehrin doğal sisine karışmış büyüyle kaplıydı.

 

 

 

Şu anda sokakları yanlarında altışar kan avcısı olan on iki efendi koruyordu. Devasa köpekler hırladılar, kıpkırmızı parlayan gözleri, bu ani sis bulutunun kaynağını işaret ediyordu. Bu avcıların tamamı üst seviye Öz Tapınakçılar olmalarına rağmen, kaşlarını çattılar.

 

 

 

“Vakit geldi,” dedi kıdemli avcılardan biri, kulaklık aracılığıyla konuşarak ve hemen sonrasında bütün akranları ellerini uzattılar, upuzun kan mızraklarını çağırdılar ve dar köşelerden kesme sesleri duyuldu.

 

 

 

Üç katlı bir evin tepesinde oturan Kilian, sisin avcıların etrafında toplanmasını izledi ve tazıları dizilmiş hâlde bir tehdit çıkarsa üstüne atılmak için bekliyordu.

 

 

 

Ve böylece başladı.

 

 

 

Çatırt!!

 

 

 

İlk avcı daha tepki bile veremeden yılanımsı bir vücut arkasından çıktı, kollarını, uzuvlarını ve boynunu kuyruğuyla sıkıştırdı ve bütün kemiklerini tek seferde kırdı. Avcının gözleri fal taşı gibi açıldı, dudakları ayrıldı ve dili son sözlerini söylemeye çalışırken sallandı, ama son sözlerini bile söyleyemedi.

 

 

 

Yılanın bulanık üst vucudu, avcıyı sardı ve dişlerini boğazına geçirip etini yırttı ve damarlarındaki tüm kan fışkırdı. Kırmızı sıvı fışkırırken yaratık bu kanın sefasını sürdü. Kilian bu iblisin gerçek şekline ancak şimdi tanıklık edebildi.

 

 

 

Üst vücudu bir kadınınkine ve belinden altı da devasa bir boa yılanınınkine benzeyen bu canavar tıpkı bir yırtıcı gibi hareket ediyor, parlak kırmızı gözleri kana susamışlık saçıyordu. Başında düzinelerce mor yılan vardı, hepsi de pullu kuyruğuna uyuyordu. Neşe ve susamışlık karışımı bir hisle tısladı, yılanlar kan avcılarına atıldılar, sonsuza dek uzayarak köpeklerini yediler.

 

 

 

Onları kontrol edecek avcılar veya kan soyluları olmayınca, tazıların da pek bir etkinliği kalmadı ve vampirimsi medusanın yılanlarına yemek oldular.

 

 

 

Yaratık dişlerini çıkarıp kan soylusunu bırakınca, yılanları köpeğin boynuyla ziyafet çekti. Direnmenin anlamı yoktu, avcı yere düşene kadar köpeklerinden geriye bir damla kan bile kalmamıştı.

 

 

 

Vampirimsi medusa, uzaktan evlere baktı, alay edercesine güldü ve en yakındaki avcıya saldırmak için onları görmezden geldi.

 

 

 

Bunu gören Kilian, gülümsemeden edemedi.

Lütfen okuduğunuz bölüme yorum yapmayı unutmayınız. Unutmayın ki yaptığınız her yorum çevirmenleri cesaretlendirir ve mutlu eder. İyi okumalar.
Yorum Yap
Üyelik girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için tıklayın.
Yorumlar
Pika-sama (98 puan) Üye
2022-02-07 10:36:22
Hmm sanırım nargozu babasına değil de kendine bağlamaya çalışıyor
DeliDana (2871 puan) Üye
2021-03-29 01:49:41
Çeviri ve edit için teșekkürler
Bayoku (55 puan) Üye
2021-03-04 23:16:52
Çeviri ve düzenleme için teşekkür ederim
Kaptan bijon (103 puan) Üye
2020-07-16 18:06:21
Çeviri ve edit için teşekürler elerinize sağlık
STERBEN (225 puan) Üye
2020-06-25 23:20:21
Çeviri ve edit için teşekkürler
darys045 (56 puan) Üye
2020-06-18 12:40:59
Çeviri ve edit için teşekkürler
Eyisha (198 puan) Üye
2020-06-17 21:44:43
Harem +1 mı acep?