Overlord
Cüce Topraklarının Peşinde -7
“Demek bir namevt... O zaman o bir maske değil? Eh? Namevt mi?
Yaşayanlardan nefret edip onları katleden yaratıklar mı?”
“Hey, Ainz-sama’nın dediği doğru. Hiç de yalan söylemiyordu. Ben
bir kara elfim ve buraya gelen kertenkeleadam hikayesi de doğru. Ainz-sama
seninle tanıştığımdan beri yanımdaydı. Dediğim gibi, yalnız gelmedim.”
“Eh? Kulaklarım beni yanıltıyor sandım. Ama...”
Gondo kendi kendine mırıldandı ve ardından yüzüne kararlı bir
ifade oturtmadan önce birkaç kez derin nefes aldı ve sordu:
“Sakın ola ki Majesteleri... Size böyle hitap edebilir miyim?
Majesteleri önceden bir kara elf miydi?”
Bu beklenmedik bir soruydu. Doğru cevap büyük ihtimalle insan
kökeni olan bir namevtti. Ainz cevap vermeden önce bir süre durdu ve ardından
birkaç tahminine göre cevap verdi:
“Hayır, ben doğuştan bir namevtim... Her ne kadar bu terimin doğru
olup olmadığını bilmesem de... Eh, korkmana gerek yok. İnsanlar, cüceler ve
elfler arasında da iyi ve kötüleri vardır değil mi? Benzer bir şekilde, yaşayanlardan
nefret eden namevtlerin olduğu gibi onlarla dostane ilişkiler kurmak
isteyenleri de var. Doğal olarak da ben ikinci gruptanım.”
“Ama, ama arkadaş canlısı bir namevt.... Bu merhametli iblisler
kadar imkansız bir şey....”
Adam haklı, diye düşündü Aİnz omuz
silkerken.
“Öyle mi? Ben karanlığa düşmüş bir melek ve aydınlığa geçmiş bir
iblis tanıyorum ama...”
Bahsettiği iblis, Mephistopheles adında, YGGDRASIL’deki bir NPC
idi. İyi kişilere tsundere replikler söyleyen ünlü bir karakterdi. Görünüşü korkutucuydu
fakat şaşırtıcı bir şekilde arkadaş canlısı ve mantık sahibiydi. Ayrıca düşük
seviyelerden yüksek seviyelere kadar herkese görev verebiliyordu, bu yüzden de
Kara Oğlak kadar popülerdi neredeyse.
“Böyle şeylerin cidden var olduğunu düşünmek...”
Ainz, şaşıran Gondo’ya omuz silkti.
“İhtiyatlı olmanı anlıyorum. Ancak senden bir şeyi hatırlamanı
istiyorum. Sana zarar vermek gibi bir niyetim yok. Bırak gitsin, Aura.”
“Emredersiniz Ainz-sama.”
Konuşmanın ortalarında, Gondo’nun Aura’yı tutması değişmişti ve
artık Aura Gondo’yu tutar olmuştu.
Gondo, Aura onu bırakınca geriye doğru tökezledi, ancak kaçmadı.
Oldukça mantıklı bir
hareket,
diye düşündü Ainz. Yanlış bir kararla Gondo kaçmayı tercih edebilirdi. Ancak
işin sonu onun için iyi olmazdı. Ancak Gondo, anlaşma yapılacak kalifiyede
birine benziyordu.
“O zaman, baştan başlayalım mı? Temkinli olmanı anlıyorum. Ancak
sana zarar verme gibi bir niyetimiz yok. Hatta seninle dost olmak istiyoruz.”
Gondo cevap vermedi. Beklendiği gibi hala suratında bir şüphe ile
Ainz’e bakıyordu.
“Daha detay vermem gerekirse, ülkemin Cüce Krallığı ile bir
dostluk antlaşması imzalamasını istiyorum. Bu sebepten ötürü cüce halkına zarar
verme niyetimiz yok.”
“Peki dostluk antlaşmasından kastınız nedir?”
“Kusura bakmayın. Ulusal seviyedeki meseleleri, bir ülkeyi temsil
etmeyen biriyle konuşmak sizce de uygun olur mu?”
“Mm. Doğru, ah, şey aynı dediğiniz gibi demek istedim...”
“Endişelenme. İki hitap şeklin de olur. Birinin sözcüklerini
düzeltip durmak oldukça yorucu.”
Ainz’in sakin cevabı, Gondo ile karşılaştıklarından beri cüceyi
ilk defa buruk bir şekilde gülümsetti.
“Çok teşekkürler Majesteleri. Peki, eğer ki bu kızın... Küçük
hanımın sözleri doğruysa, bu şehre geliş sebebiniz dediğiniz gibi mi?”
“Aynen öyle. Ama neden ilk önce bu tünelden çıkmıyoruz, Gondo?
Bizimle birlikte gelen kertenkeleadamla konuşmak iyi bir fikir olabilir. Onu
daha önce duymuştun değil mi? Ayrıca seninle şu quagoa mevzusunu da konuşmak
istiyorum.”
“Hmm...”
Gondo gözlerini kısarak Aura’ya baktı.
Aura, “Ne, ben mi?” dermiş gibi gülümsedi.
“Pekala. Görünüşe göre bu küçük hanım size oldukça güveniyor gibi.
Ayrıca sizin de sıradan namevtlerden olmadığınız aşikar.”
Gondo önlerinden yürüdü ve Aura ile Ainz de onu takip etti.
“Doğru, sana bir soru sorabilir miyim?”
“Nedir?” Gondo arkasını dönüp Ainz’e baktı.
“Bu rünik karakterler hakkında ve onları işleyen zanaat hakkında
daha çok şey öğrenmek istiyorum.”
Gondo'nun kaşları birbirine kenetlendi ve çattı.
“Neden rünler hakkında bir şey soruyorsunuz? Bilmenizin size ne
faydası olacak?”
Gondo’nun sesindeki hoşnutsuzluk net bir şekilde belliydi.
Şu ana kadar Ainz onunla konuşurken cüceden yayılan kafa
karışıklığını ve korkuyu hissedebiliyordu, ancak bir nefret yoktu. Bir başka
değişle, Gondo’nun garezinin sebebi bu soruydu. Rünlere dair kötü bir şey mi
hatırlamıştı, yoksa cüce olmayanlar ile paylaşılmayacak bir sır mıydı bu?
Ainz tereddüt etti. Sormaya devam etsem mi ki?
Gondo, karşılaştığı ilk cüceydi. Onu kızdırmak bilgece olmazdı.
Ancak eğer nefretinin sebebini öğrenebilirse Cüce Krallığı ile antlaşma
yaparken faydalı olabilecek bir şey öğrenebilirdi.
Elbette Gondo’nun bu nefreti kişisel değilse...
Ainz soğuk kanlı bir şekilde rünler hakkında bildiklerini
açıkladıktan sonra Gondo’yu öldürmek zorunda kalabileceğini düşündü. Bunun
sebebi Tabula Smaragdina idi.
İşin doğrusu bu konuda çok fazla bir şey bilmiyordu. Kaç tane
karakter olduğunu ve hepsinin farklı bir yazı formu olduğunu biliyordu, o
kadar.
Her karakterin bireysel anlamlarını zar zor hatırlıyordu, o yüzden
tanımlara bir göz atması gerekiyordu.
Gondo’da büyük biir değişiklik yaşandı.
Olduğu yerde durdu ve döndü.
Yüzünde tamamıyla farklı duygular vardı. Heyecanla dolup
taşıyordu.
“Siz... Kimsiniz... Hayır... Büyücü Kral... Yaşı olmayan, sonsuz
bir namevt... Kaybolmuş irfan...”
Gondo’nun kendi kendine homurdandığını duyabiliyordu. Sözlerinde
hiçbir anlam yoktu. Bilinçsiz bir şekilde verilmiş bir cevaba benziyordu.
Gondo direkt olarak cevap vermediği için harekete geçmeye
hazırlanan Aura’ya bir el işareti yaparak onu durdurdu Ainz. Önce düşünmesine
izin vermek daha iyi olurdu.
Gondo kendini topladıktan sonra Ainz’i dikkatle inceledi. Tavırlarında
hala Ainz’e karşı bir temkin vardı fakat başka duygular onun yerini alıyordu.
“Bunlardan daha fazla rün biliyorum. 50 tane küçük rün, 25 tane
orta rün, 10 tane büyük rün ve 5 tane zirve rünü, yani toplamda 90 tane var.
Ama çoğu kayboldu ve çok azı kaldı. Tam olarak kaç gizli ve ilahi sınıf rün
olduğu sadece birer efsane.”
“Cidden de... Biraz farklılık olabilir ama benim bildiğim rünler
buna benziyor. Tanıdık geliyor mu?
Ainz aklında bulunan rünlerden birini yere çizdi.
“Ho! Bu orta rünlerden biri, Lagu.”
(Çevirmen Notu: Lagu, Anglosakson rün alfabesinde “göl” anlamına
geliyor.)
Her ne kadar Ainz neden bu kadar fazla olduklarını bilmese de
bazılarının Gondo’nun bildikleriyle eşleştiği aşikardı.
“Anladım. Lütfen bu rünler hakkında bahsetmeye devam et.”
Ainz’in asıl bilmek istediği şey bunu onlara kimin öğrettiği ve
diğer oyunculara dair bilgilerdi. Ancak bu soruyu bir tarihçiye sorması daha
iyi olurdu. Bu süre zarfında da başka igili konularda bilgi toplayacaktı.
“100 yıl kadar önce cüceler rün oyması silahları bu dağların
batısındaki bir insan ülkesine, İmparatorluk’a verdi. Ancak o silahların akışı
ondan sonra durdu. Bunun sebebi neydi?”
Bİlmek istediği asıl şey 100 yıl önce bir oyuncunun mu öldüğüydü,
ama böyle bir bilgiyi aç gözlü gibi sorarsa işleri batırabilirdi. Ainz bu
soruyu uzun zamandır düşünüyordu ve kendisi hakkında bir bilgiyi açığa
çıkartmadığı için oldukça iyi bir soruydu.
Gondo’nun yüzü karardı. Bir süre durdu ve yürümeye devam etti.
“Bu biraz uzun sürecek. Yürürken konuşalım.”
“Peki.”
Bir süre boyunca tünelde duyulabilen tek sesler üçünün
adımlarıydı.
Sessiz olma sebebi büyük ihtimalle kalbindeki bu karamsarlığı yok
etmeye çalışması.
“İlk olarak, arkadaşlarım beni rün geliştiricisi olan tanır.”
Bu unvanı kendi kendine mi vermiş?
Gondo Ainz’in cevap vermesini beklemeden devam etti.
“Cücelerin büyülü eşyaları her zaman rünler aracılığı ile yapılmıştır.
Ancak 200 yıl kadar önce İblis Tanrılar tarafından saldırıya uğradık ve
krallığımızda kalan son kraliyet de onlara karşı savaşmaya gitti. Dış dünyadan
gelen teknoloji bize de ulaştı ve bu sebepten dolayı rünlerin modası geçti.”
Gondo çantasından bir kılıç çıkarttı ve Ainz’e verdi. Kılıcın
gövdesinde bir rünik karakter vardı.
“Bu Cuern, ‘keskinlik’ anlamına gelen küçük bir rün. Dikkatli bir
şekilde oyulduğunda büyülü bir kılıç yaratır. Silahın keskinliğini artırır ve
düşmanı daha kolayca yaralar.”
“Bu büyülü silahlar için oldukça basit bir etki değil mi? Bir rünü
kazırken gereken süre, rünün eklediği ekstra hasara göre değişiklik gösterir.
Ancak düşük sınıf silahlar için çok uzun süre gerekmediğini duydum, doğru
muyum?”
“Tam da bu yüzden rünzanaati çağın gerisinde kaldı. Diğer
yöntemlere kıyasla rünzanaati ile aynı eşyayı yapmak üç katı uzun sürüyor. Seri
üretim perspektifinden bakarsan insanoğlunun yaptığı tılsımlamalarla bile aynı
klasmanda değil.”
Gondo derin bir şekilde iç çekti.
“Dış dünyadan gelen üstün teknoloji sağ olsun rün kazıyabilen
ründemircilerinin sayısı büyük bir şekilde azaldı. Çünkü herkes büyü
kullanıcısı olup tılsımlama yapmanın daha iyi bir yol olduğunu biliyordu.”
Bu da büyük ihtimalle İmparatorluk’taki silah akışının durma
sebebiydi. Ainz bu kadarını anlayabiliyordu. Bir başka deyişle, eski gelenekler
ve zanaatler yok olmuştu.
Gondo gözlerini kıstı.
“Ama yine de cüce tekniklerimize sırt çevirmek tamamıyla
aptallıktı! Ayrıca rünzanaatinin faydaları da var! Mesela, para harcaman
gerekmiyor!”
Gondo’nun sesi tüm tünelde yankılandı. Böyle bir yerde
öfkelenmenin ne kadar tehlikeli olabileceğini fark ettikten sonra derin bir iç
çekti. Böylece daha sakin bir şekilde konuşabildi.
“Biliyor muydunuz? Tipik tılsımlamalar malzeme konusundan oldukça
pahalıya patlıyor.”
Bu doğruydu. Ainz bir keresinde, market fiyatının yarısının sadece
gerekli malzemelerden geldiğini duymuştu.
Büyü eşyalarının üretim bedeli oldukça yüksek olsa da bunların
fiyatını belirlerken elde edilen kar payı da görmezden gelebilirdi. Bunun
sebebi, Büyücü Loncası’nın idari bir ücret kesmemesindendi. Büyük ihtimalle
büyücü kullanıcılarının direkt olarak ek ücret olmadan eşyalarını satması ya da
müşterilerle direkt pazarlık edebilmesi içindi bu.
Bu sebepten ötürü bir ürünü perakendeciye sattığın zaman fiyatlar
fırlıyordu.
“Ancak tam tersi, rün ile güçlendirilmiş eşyalar için neredeyse
hiç materyal ücreti yok.”
“Bu harika!”
Ainz birden öne doğru eğildi.
