Overlord
Cüce Topraklarının Peşinde -6
“Hiiiiieeeeee!”
Madenci, dönüp ona baktığında sanki ölüyormuş gibi bir çığlık
attı.
Sakalı uzundu, cüce ırkına mensup olduğu su götürmezdi.
Gözleri fal taşı gibi açılan adam kahverengi pelerinini sıkıca
kendine sardı.
Ancak, yaptığı tek şey buydu. Adam hala oradaydı. Ancak böyle
düşünen tek kişi Ainz gibiydi.
“Hıh! Görünmezlik demek...”
Aura’nın sesi, görünmezliği görebilen Ainz’in dikkatli bir şekilde
cücenin olduğu yere bakmasını sağladı. Aura’nın dediği gibi, cücenin görüntüsü
artık biraz daha soluktu.
Pelerin büyülü bir eşya olmalı, ve o hareketiyle görünmezlik
gücünü ortaya çıkartmış olmalı. Shizu ile neredeyse aynı gibi görünüyor.
“Hey, hey, seni incitmeyeceğimi biliyorsun değil mi, cüce-san?
Orada olduğunu biliyorum. İzin ver de bir bakayım sana.”
Aura’nın sevgi dolu, kalp ısıtan sesinin cücenin kalbinde büyük
bir etkisi olmuş olmalıydı.
Pelerininin bir kısmını ayırdı ve aralıktan Aura’ya baktı.
“Sen, sen bir kara elf misin? Burada ne yapıyorsun?”
“Hm? Cüce şehrine geldiğimde bomboş olduğunu gördüm, o yüzden
neden kimse olmadığına bir bakayım dedim. Etrafa bakındım ve buraya geldim.”
“An... Anladım...”
“Cüceler birkaç sene öncesine kadar hala burada yaşıyormuş. Şimdi
neredeler? Bir şey mi yaşandı? Ve konusu açılmışken, neden sana bakmama izin
vermiyorsun?”
Cüce yavaşça hareket etti, fakat Aura onu gözleriyle takip etti.
“Peki... Cidden de beni görebiliyorsun.”
Cüce, pelerinini geri katladı. Bu büyük ihtimalle büyü etkisini
yok ediyordu. Bu olanlar, onun perspektifinde hiçbir şey değişmediği için
Ainz’e oldukça gülünç gözüküyordu.
“O zaman, haydi yeni bir sayfa açalım. Nasılsın? Ben Ainz Ooal
Gownun Büyü Krallığı’ndan Aura Bella Fiora.”
“Büyü Krallığı mı? Cahilliğimi affedin, fakat bu bir kara elf
krallığı mı? Öyle bir şey mi? Ah, affedersiniz. Ben de Cüce Krallığı’ndan Gondo
Ateşsakal. Tanıştığıma memnun oldum.”
Aura elini uzattı. Gondo bunun ne anlama geldiği biliyor gibiydi,
kirli elini uzatıp sıkmadan önce sildi.
İşler iyi gidiyor gibi. Ainz, büyüsünü korumaya
devam ederken olanları izledi ve kafasını salladı.
“Eh, çok resmi olmamıza gerek yok sanırım. Normal konuşmaya ne dersin?”
“Ohhh! Ben de bizzat bunu sormak üzereydim. Ben halk arasından
gelen sıradan bir kişiyim. Ancak siz önemli biriyseniz tek yapabileceğim sessiz
kalmak.”
Aura, Gondo'nun güldüğünü gördü, Aura da ona gülerek cevap verdi.
“O zaman, az önceki soruma gelirsek. Birkaç yıl öncesine kadar
burada yaşayan cüceler varmış. Nereye gittiler?”
“Mm, üç yıl önce hepsi başka bir şehre gitti. Bir sorun mu var?”
“Evet, sayılır. Burada kaldığını söyleyen bir kertenkeleadam ile
buraya geldim. Buradan bana o bahsetti.”
“Kertenkeleadam mı? Beş yıl önce mi?”
Gondo kısa bir süre düşündükten sonra avuç içine bir yumruk attı.
“Ohhh! Onu bizzat görmedim ama öyle bir şey olduğundan haberim
var. Bir kertenkeleadamın bizi ilk ziyaret edişiydi, o yüzden oldukça büyük ses
getirmişti. Oldukça kalın kolları olan bir arkadaştı sanırım değil mi?”
“Evet öyle! Evet o.””
Gondo “Anladım, anladım,” diye tekrar tekrar mırıldandı.
Gözlerindeki bakış, gardını indirdiğini gösteriyordu.
“O kertenkeleadama nazikçe davranmış kişi de taşınmış görünüyor.
Nereye gittiğini söyleyebilir misin?”
“Eh, sana söylemekte pek sorun olacağını sanmıyorum... Ama
duyduğuma göre kara elfler toprağın altında yaşamazlarmış, haksız mıyım? Yolu
bilsen bile güvenli bir şekilde ulaşabilir misin ki?”
“Eh, sorun olacağını sanmıyorum ancak yer üstündeki rotayı da
bilmek isterim.”
Gondo, sakallı suratını buruşturdu.
“Ah, özür dilerim. Yüzeye çok nadir yolculuk ediyorum, o yüzden
oraya giden rotayı tarif etmekte kendime pek güvenmiyorum. Bahsettiğim şehir
Feoh Gēr. Tek yapabileceğim kaba
tarifler vermek, şu kadar kilometre kuzeye gidin falan gibisinden.”
“O da olur. Aslında, yolu göstermeni isteyecektim. Seni tutsam
nasıl olur? Para da öderim elbette...”
“Ne çekici bir teklif. Yine de sen... Hayır, az önce bir
kertenkeleadamdan bahsetmiştin... İkiniz buraya yalnız mı geldiniz? Daha bir yetişkin
değilsin değil mi? Sizinle beraber kaç kişi var?”
“Çok az. Yine de buraya hep beraber gelseydik sorun çıkabileceği
için onları tünel girişinde bıraktım.”
“Girişte mi? ...Hm?”
Gondo bir şeyleri hatırlamışcasına düşüncelere daldı. Yine de bu çok
kısa sürmüştü. Düşüncelerini bir kenara attı ve konuşmaya devam etti.
“Eh, rahatladım. Tünele tek başına girmek... Çok da iyi bir fikir
değil. Sen yer altında yaşayan biri değilsin, o yüzden büyük ihtimalle
bilmiyorsun ancak toprağın altında özgürce dolaşan birçok yaratık var. Birinin
yalnız başına gidebileceği bir yer değil. Eh, bendeki büyülü ekipmana sahip
olsaydın belki bir şeyler yapabilirdin...”
Peşi peşine Aura’nın kıyafetine, üstünde bir büyülü eşya taşıyor
mu diye baktı.
“Peki o zaman, yoldaşlarını şikayet etmem lazım. Bir çocuğu böyle
yalnız başına göndermek yetişkinler için tamamen bir rezillik.”
Gondo arkasını döndü ve yanında durmakta olan taşları bir çuvala
doldurdu.
Çuval şişmemişti bile. Bu da bir büyülü eşya olmalıydı. Ardından
yakındaki feneri alıp kapağını açtı.
Şaşırtıcı bir mavi ışık -büyülü bir ışık- tüneli aydınlattı. O
zamana kadar ikisi zifiri karanlıkta konuşmuştu.
“Gidelim o zaman. Zifiri karanlıkta görebiliyorsun sanırım, ama
yine de ışığın faydası olur değil mi? Eh, canavarlar tarafından fark edilmemizi
kolaylaştırıyor gerçi, o yüzden çok tavsiye etmiyorum. Canavar geldiğinde
kaçabileceğin bir yol var mı? Burada çok yaygın değiller ama ihtimaller sıfır
da değil.”
Ainz kafasını salladı. Cüce, Aura’nın gücünü bilmiyordu, o yüzden
ona karşı böyle olgun bir şekilde davranması takdire şayandı. Ancak Ainz,
Gondo’nun yeteri kadar tedbirli olmadığını hissediyordu. Ona tavsiye vermeden
önce çeşitli olasılıkları göz önünde bulundurmalıydı.
“Endişelenme. Tek başıma çok rahat kaçabilirim. Ayrıca yalnız da
değilim.”
Aura, Ainz’in olduğu tarafa baktı. Ancak bakışları biraz kaymış
gibiydi.
“Hm? Cidden mi? Benim görünmezlik pelerinim var, o yüzden beni boş
verip kaçabilirsin. Ancak toprakta gezinen canlılar rakiplerinin yerini, yerin
titreşimine göre tespit edebilir. O yüzden dikkatsizce hareket etmemen
konusunda seni uyarmak istedim.”
Gondo homurdanarak çuvalını sırtına attı ve ayağa kalktı.
“Gidelim o zaman.”
Gondo ilerledi. Aura ve hala fark edilmemiş olan Ainz de arkadan
onu takip etti.
“Şimdi düşündüm de, bu mekanın güvenli olmadığını söylemiştin,
ancak burası önceden bir cüce şehri değil miydi? Burayı tahliye edecek kadar
tehlike arz eden şey neydi?
“Şey, bu şehir değil, şu anki başkentimiz Feoh Gēr idi.
Kuzeybatıda bulunuyor. Yakınlarda bir Quagoa (Dehliz Yaratıkadamı) keşfettik.
Şehrimiz bölük pörçük yok edilirse oldukça trajik olurdu, o yüzden biz de bu
şehri, yani Feoh Raiđō’yu geçici olarak terk ettik.”
“Quagoa mı? Nasıl bir ırklar?”
“Evet. Bizim gibi yer altında yaşıyorlar... Ama çok belalı
elemanlar. Aramızdaki durumlar o kadar kötü bir halde ki ilk gördüğümüz yerde
birbirimize saldırıyoruz.”
Gondo, tünellerde yürürken Quagoalar hakkında konuştu. Bu büyük
ihtimalle Aura’nın dikkatini çekmek içindi.
İlk bakışta bu yaratıklar iki ayak üstünde duran, köstebeğimsi
yarı insanlara benziyordu. Boyları 140 santim civarlarında, kiloları ise 70’li
kilolardaydı ve kısa, ancak güçlü bedenleri vardı.
Büyük bir çoğunluğu koyu kahverengiydi ve bazen de siyah ya da
kahverengi oluyorlardı. Kırmızı ya da mavi gibi özel renkleri olanlar ise o
kişinin güçlü biri olduğunu gösteriyordu.
Işığın giremediği yerlerde yaşıyorlardı, ancak görüşleri
diğerlerinden daha kuvvetliydi.
Teknolojik seviyeleri düşüktü, daha düşük olmasa bile en azından
kertenkeleadam seviyesindeydi. Silah ya da zırh yapmıyorlardı, çünkü pençeleri
ve kürkleri, vasatın altındaki savaş ekipmanlarından daha iyiydi.
Bedenlerinin tamamını kaplayan kürk metal zırhlar kadar sertti ve
metal silahlardan gelen saldırıları önleyebilirdi. Gençliklerinde nadir
metaller ile beslenirlerse bu kürk daha da sağlamlaşıyordu. Hasara olan
dirençleri, kürklerinin renginden anlaşılabiliyordu.
Bir YGGDRASIL oyuncusunun bakış açısına göre, hasar direncine
karşı bir ırksal özellikleri olduğu söylenebilirdi. Bu durumda bu hasar da
metal silahlara karşıydı. İşin önemli kısmı, metal silahlara ne kadar dirençli
olduklarıydı. Bağışıklık seviyesinde olması pek muhtemel değildi ancak yine de
bir araştırma gerekliydi.
Bir de metali bile kesebilen pençeleri vardı. -tıpkı armadillolar
ve karıncayiyenler gibi-
“Demek öyle tipler... Sanırım az önce şehirde onların izini
bulduk.”
Gondo aniden durdu ve Aura'ya baktı.
“Ne dedin? Burası onların yuvası mı artık? Tıpkı orası gibi
olmuş!”
“Orası mı? Eh, buraya mesken tutmuşlar gibi durmuyor. Sadece
gözcülük için gelmiş olmaları muhtemel. Yine de burayı terk edeceksiniz neden
yok etmediniz?”
“Doğru diyorsun, ancak burayı sonsuza dek terk etmeyi
amaçlamıyorduk. Ordularımız hazır olduğunda tekrar almayı planlıyoruz. Gördüğün
gibi, burada çok fazla cevher var, tıpkı az önce kazdığım yer gibi.”
“Hm~”
İkisi sessizce yürüdüler. Konuşmalardaki bu boşluklar oldukça
sıradandı ve yeni bir konu ile doldurulmadığında konuşmaları bitecekti. Ainz,
ikisinin konuşacağı tüm konuların bittiğini düşünüp kendini göstermeye karar
verdi. Tünelden ayrılıp namevtleri görmeden önce Gondo’ya olan biteni anlatsa
iyi olacaktı.
“O zaman, kendimi tanıtmamın vakti geldi.”
Ainz bunu söylerken [Mutlak Bilinmezlik] hala devredeydi, bu
yüzden sesi ikisine erişmemişti.
Biraz utanmış hisseden Ainz büyüyü devre dışı bıraktı.
Gondo, Ainz’in varlığını sezmiş olmalıydı ki döndü ve gözleri fal
taşı gibi açıldı. Bakışları birçok duyguya girip çıktı. Şaşkınlık, şok, dehşet,
kafa karışıklığı ve sonra...
“Eeeeeehhhhhhh!”
Ainz onu rahatsız edecek bir ses yapıp yapmadığını düşündü, ancak
Gondo sıkı bir şekilde Aura’nın elini tutmuştu.
“Bir can.... Bir cana...! Kaç! Kaç hemen! Çabuk! Kaç!!”
Ancak Aura bunun kim olduğunu biliyordu ve kaçması için bir sebebi
yoktu.
“Acele et, çabuk ol kaç!!!”
Gondo, dev bir kayaya zincirlenmiş gibiydi ve hareket edemiyordu.
“Çok, çok ağır! Sorun ne?! Bana bir şey mi oldu?!”
“Korkma... Gondo.”
Ainz konuştuğu anda Gondo’nun korkmuş yüzü seğirdi.
“Nasıl... İsmimi nasıl biliyorsun! Benim beynimi mi okuyorsun
yoksa?!!! Yoksa büyü mü?!!!”
Cidden de maskeyi
giymeliydim,
diye düşündü Ainz. Ardın Gondo’yu daha fazla galeyana getirmemek için sakince
konuştu.
“Sakin ol. Konuşmanıza kulak misafiri oldum. Ben Büyü Krallığı’nın
hükümdarı, Büyücü Kral Ainz Ooal Gown’um.”
Gondo’nun yüzü tekrar duygu karmaşası yaşadı, ardından gözleri
Aura ve Ainz arasında gidip geldi.
“Büyü... Büyü Krallığı mı? Büyü Krallığı kara elflerin ülkesi
değil mi?”
“Hayır, beni kralı olarak gören birçok farklı ırkın ülkesi.”
“...Eh? Cidden mi?”
Gondo’nun gözlerinde ihtiyat ve şüphe varken sesinde gerginlik ve
endişe vardı.
