Overlord
Ainz Ooal Gown'un Büyü Krallığı - 2
Hizmetçi, yatağından kalkan Ainz’i görünce yüzünde bir
gülümsemeyle ona yaklaştı. Ona bugün eşlik etmesi gereken hizmetçi gibi
duruyordu.
“Günaydın, Beşinci.”
Hizmetçinin yüzünde parlak bir gülümseme belirdi.
“Günaydın Ainz-sama! Bugün sizinle ben ilgileneceğim!”
Eğer Beşinci’nin bir kuyruğu olsaydı şu an tüm gücüyle
sallıyor olurdu. Birden aklına geçmişte kuyruğunu sallayıp duran Pestonya
geldi.
Kadının giydiği üniforma bir önceki hizmetçi olan Dördüncü
ile aynıydı. Savaş hizmetçilerinden farklı olarak sıradan hizmetçilerin hepsi
aynı üniformayı giyerdi. Ancak görünüşleri detayda değişiyordu. Büyük ihtimalle
her hizmetçi kıyafeti farklı şekilde giydiğindendi bu.
Ainz arkadaşlarından birinin sıkça söylediği bir şeyi
hatırladı: “Sıradan hizmetçi kıyafetleri güzeldir, ama dekore edilmiş hizmetçi
kıyafetleri en güzelidir.” Ayrıca buna ek olarak şunu da derdi: “Bir başka
deyişle nasıl görünürlerse görünsünler en iyisi hizmetçi kıyafetleridir.
Hizmetçi üniformaları insanlık tarihinin en iyi buluşudur. Çok yaşa hizmetçi
kıyafetleri!”
Ainz eski yoldaşlarını bir bir hatırlamaya başlamıştı.
Her ne kadar suratındaki ifade değişmemiş olsa da buruk bir
şekilde gülümsedi ve hizmetçiye baktı.
“Ai-Ainz-sama, size, size nasıl hizmet edebilirim?
Beşinci’nin yüzü kızardı ve elleri sıkı bir şekilde
üniformasının önlüğünü sıktı. O anda
Ainz dikkatsizliğini fark etti.
“Affet beni. Sanırım ben… Evet, sanırım seni görünce
büyülendim.”
“-!”
“Gidelim o hâlde.”
“Ha? Şey, evet. Anlaşıldı!”
Hizmetçi bir anlığına donmuştu ancak enerjik bir şekilde
cevap verdi ve Ainz’in arkasından yürüyerek odayı terk ettiler.
***
Ainz birkaç odayı geçti. Gördüğü şeyler Mezar’ın 9. Katı ile
boy ölçüşemezdi bile. Bu sebepten dolayı Ainz burada kalmak istediğini
belirttiğinde tüm Muhafızlar birçok itirazda bulunmuştu.
İtiraz. Bu mekan bir Yüce Varlık’ın kalması için olması
gerektiği kadar iyi değil!
İtiraz. Bu mekanın savunma kapasitesi yok ve ajanlara karşı
koruma sağlamak için yetersiz.
İtiraz. İtiraz. İtiraz…
Ancak Ainz tüm bu itirazları bir kenara atıp bu yeri eve
olarak seçmişti.
Bu bir Kral olarak onun sorumluluğuydu. Sonuçta Jircniv de
İmparatorluk Başkenti’ndeki İmpatarorluk Sarayı’nda yaşıyordu. Ya da en azından
insanlar öyle düşünüyordu. İşin aslı bu mekan Ainz için yeteri kadar, hayır, Suzuki
Satoru için yeteri kadar lükstü. Eski evi bununla karşılaştırılamazdı bile. Ek
olarak 9. Kat’taki odası ona her zaman çok cafcaflı ve çok büyük gelmişti.
Hala oyunda olsaydı bunu dert de etmezdi. Ancak şu an cidden
de burada yaşamak zorunda olduğu için bu duvarlar arasında ona uygun bir yer
olmadığının gayet de farkındaydı. Tek yapmak istediği bir odanın köşesine
tünmekti.
Ainz Beşinci’yi ve tavandan inmiş olan bir Sekiz Kenar
Suikastçısı’yla beraber giyinme odasına geldi.
Birkaç sıradan hizmetçi çoktan onu bekliyordu bile. Hepsi senkronize olarak Ainz karşısında saygı
dolu reveranslar yaptılar. Beşinci de hızla onların saflarına katıldı.
“Ainz-sama, bugün ne giymek istersiniz?” diye sordu Fifth
enerjik bir sesle.
Oh, Beşinci’nin
gözlerinde bir kıvılcım var. Düşündüm de, bu işi yapan herkesin gözleri
parlamıyor mu? Kızların kıyafetleri sevdiği söylenirdi… Bunu böyle mi dışa
vuruyorlar? Yoksa sadece kıyafetleri ve aksesuarları düzenlemekten mi
hoşlanıyorlar?
Ainz’i bir tükenmişlik hissi kaplamıştı, ancak bunu
gösteremezdi. Onun yerine burnu havada bir şekilde “hmm” diye cevap verdi.
Açıkçası Ainz’in kıyafetlerini değiştirmeye ihtiyacı yoktu.
Büyülü cübbeleri tüm gece üstünde tepinse bile kırışmazdı.
Bedeni herhangi bir madde salgılamıyordu. Havada uçuşan tozlar üstüne
konabilirdi, ama tek yapması gereken onları silkelemekti. Ek olarak Ainz’in
olabileceği her yer hizmetkarlar tarafından titizlikle temizleniyordu. Dahası
yemek yemek ve bir şeyler içmeye de gereksinim duymuyordu, bu yüzden böyle aktivitelerde
de kıyafetlerini kirletemezdi.
Aynı kıyafetleri giymek onun için bir problem teşkil
etmiyordu.
Ancak astlarının hiçbiri buna izin vermezdi. Ancak bu
oldukça beklenen bir şeydi. Mutlak bir hükümdarın her gün aynı şeyleri giymesi
onun imajını zedelerdi.
Bu sebeplerden Ainz kıyafetini ayarlama konusunda kendine
pek güvenmiyordu.
Eğer bir savaş için ekipman hazırlıyor olsaydı rakiplerinin
yeteneklerini ve kapasitesini ölçüp taktik geliştirerek en iyi ekipmanı giymek
konusunda kendine oldukça güvenebilirdi. Ancak…
Bir noktaya kadar Suzuki Satoru olarak kazandığı tecrübeler
giydiği takım elbisesine hangi kravatın uyacağı tarzı şeyleri anlamasını
sağlıyordu. Ancak bu mor cübbeye gümüş bir filigran mı yoksa dört adet elmas
yerleştirilmiş gümüş bir kolye mi daha iyi gider anlayamıyordu. Ayrıca seçtiği
kıyafetler bir iskeletin vücuduna uyacak şekilde olmalıydı.
Ancak birbirine yakışmayan kıyafetler giyerse insanlar bir
lider olarak onun stilini sorgulayabilirdi. Bu da sadık astlarına ihanet etmek
gibi bir şey olurdu. Bu sebepten dolayı Ainz giyim konusunda bile elinden
geleni yapmalıydı.
Fakat burada büyük bir problem yatıyordu.
Eğer kötü bir şeyler giymiş olsaydı astları bunu ona söyler
miydi? Tıpkı bir CEO’nun kafasındaki peruğun düştüğünde olduğu gibi, kimse bir
şey söylemez miydi yoksa?
Bu durumda ona seçebileceği tek bir alternatif kalıyordu.
“Beşinci, bunu sana bırakıyorum. Bana en iyi uyacak
kıyafetleri seç.”
“Anlaşıldı! Bu işi bana bırakın Ainz-sama! Hizmetkarınız
olarak size en çok uyacak kıyafetleri seçeceğim!”
Böyle bir şeyi bu
kadar abartmana gerek yoktu… Ainz böyle düşünmüş olmasına rağmen bunu
hiçbir zaman hizmetçilere söylememişti.
“B… Bence kırmızı size çok yakışıyor Ainz-sama! Bu yüzden
kıyafetiniz için ana rengin kırmızı olması gerektiğini düşünüyorum. Siz ne
düşünüyorsunuz?”
“Az önce dedim ki bu konuyu sana bırakıyorum. Bu yüzden
seçimlerini bana onaylatmana gerek yok.”
“Pekala! Anlaşıldı!”
Eğer kendine bu konuda güvenmiyorsa o zaman yapması gereken
tek şey bu işi başkalarına bırakmaktı. Tıpkı kıyafetini hizmetçilerine
seçtirtmek gibi.
Fakat Ainz, hizmetçisinin seçtiği kızıl cübbeden oldukça
rahatsız olmuştu. Kırmızı rengi o kadar parlaktı ki neredeyse Ainz’in gözlerini
yakıyordu. Ayrıca düğmeye benzeyen birçok büyük mücevherle donatılmıştı. Hepsi
aynı renk olsa bir problem olmazdı ama çoğu mücevher farklı renkte ışık
saçıyordu. Ek olarak giyside bir altın iplik ile nakışlanmış garip harfler
bulunuyordu.
Bu cidden normal bir
giysi mi? Bu bir kıyafet bile sayılabilir mi ki?
Kendini neon ışıklarla donatılmış bir ilan tahtası gibi
hissediyordu. Eğer kendisi karar verecek olsaydı bu giysiyi asla ve asla
seçmezdi. Hatta Ainz bu giysiyi neden satın aldığını bile sorgulamaya
başlamıştı. Lonca üyelerinin ona zorla aldırdığını anımsayamıyordu, bu yüzden bunu
bir yerlerden kendisi satın almış olmalıydı.
Bir hediye miydi
yoksa? Bir etkinliği ya da bir piyangoyu falan mı kazanmıştım acaba? Şey… Yine
de elden bir şey gelmez galiba.
Bu cübbeyi nasıl elde ettiğini hatırlasa bile cübbenin
kaybolacak hali yoktu sonuçta.
Bu kıyafeti reddetmek onun için çok basit olsa da Beşinci’ye
söylediği “İşi sana bırakıyorum,” lafı bir yalana dönüşecekti. Ayrıca herkes
bunu beğenmişken utanç verici bulan tek kişi Ainz olabilirdi. Büyük ihtimalle
de öyleydi zaten.
Ayrıca açık olmak gerekirse, bu cübbeyi Beşinci seçtiğinden
birisi beğenmezse suçu onun üstüne atabilirdi.
Ben cidden berbat bir
patronum.

