Overlord
Ainz Ooal Gown'un Büyü Krallığı - 3
Ainz bunun gurur duyulacak bir şey olmadığını biliyordu, bu
yüzden kendini suçlu hissetti.
Suçu başkalarına atmak bir üste, bir patrona uygun bir
hareket değildi. Ainz bunu biliyordu, yine de asaletini koruması için bir
şeylere ihtiyacı vardı.
Kendi astlarını feda ederek kendini koruması gerekiyordu. Bu
konuda yapabileceği bir şey yoktu.
“Özür dilerim.”
“Ah, en içten özürlerimi sunuyorum!”
“Sorun değil. Kendi kendime konuşuyordum sadece. Üstüne
alınma. Şimdi düşündüm de…”
Ainz sorusunu sorarken seçtiği sözcüklere elinden geldiğince
dikkat etmeye çalıştı.
“Sormak istediğim bir şey vardı. Bu cübbe sence de benim
için fazla şatafatlı olmadı mı?”
“Kesinlikle hayır! Sonuçta neredeyse her şey sizin üstünüzde
güzel duruyor Ainz-sama! Her ne kadar ana rengi siyah seçip ikincil renk olarak
da koyu kahverenginin de yakışacağını düşünsem de öyle renkleri bir arada
giymeniz sizin diğer özelliklerinizi pek öne çıkartmazdı, Ainz-sama! Bunların
hepsi başkalarının gözünse sizin güçlü imajınızı öne çıkartmak iç…”
Ainz kızın makineli tüfek gibi akan sözlerini kesti.
“Sorun değil. Uyuyorsa benim için problem yok. Pekala, beni
giydirebilir misiniz?”
“Anlaşıldı!”
Beşinci ve diğer hizmetkarlar işe koyuldu.
Ainz sabit dururken hizmetçiler sessizce Ainz’in
kıyafetlerini çıkarttılar. Her ne kadar bir iskeletten ibaret bir vücudu olsa
da kadınlar tarafından kıyafetlerinin değiştirildiği gerçeği onda bir utanç
patlaması yaşattı.
Ancak tabii ki böyle bir ifade takınmak mutlak bir hükümdara
yakışmazdı.
En azından Jircniv için bu böyleydi. Ayrıca Ainz okuduğu
kitaplardan birinde de böyle olduğunu görmüştü.
Ainz sabit durarak hizmetçilerin işlerini yapmasına izin
verdi. O sırada da sessizce giyim aynasından kendine baktı.
Kısa süre sonra aynada kızıl cübbeli kendisini
görebiliyordu. Tıpkı tahmin ettiği gibi oldukça şatafatlıydı. Hem de gereğinden
fazla şatafatlıydı.
Hayır. Bu dünyadaki
estetik anlayışı oldukça farklı. Şu anda bildiğim kadarıyla bu tarz kıyafetler
bir hükümdar için uygun kıyafetler.
Hamsuke’yi buna bir örnek olarak hatırladı ve rahatsızlığını
az da olsa dindirdi.
“O zaman gidelim.”
Beşinci’nin eşlik etmesiyle birlikte ilerlemeye başlayan
Ainz’in aklından geçen şeyler derince bir iç çekme isteği olmuştu.
***
Sallanan, şatafatlı kızıl cübbesi ile birlikte ofisine gelmişti
Ainz. Kapıya yaklaştığı anda Beşinci hızla ileri çıktı ve kapıyı Ainz için
nazik bir şekilde açtı.
Sadece bir kapı işte.
Bırakın da ben açayım, demek istiyordu bazen. Ancak hizmetçinin yüzündeki
“Vaay, şuna bakın, çalışıyorum ben be!” diyen ifadeleri görünce Ainz’in elinden
bunu kabullenmek dışında bir şey gelmiyordu.
Ainz, Beşinci ve Sekiz Kenar Suikastçısı ile birlikte
ofisine girdi.
Odanın ortasında bulunan masa tıpkı kendi odasında bulunan
masa gibiydi ve bir ağırbaşlılık havası yayıyordu.
Tıpkı yatağı gibi bu masa da Nazarick’ten getirilmişti.
Odanın derinliklerinde bir bayrak asılıydı. Ainz Ooal Gown’un bayrağı. Büyü
Krallığı’nın bayrağı.
Ainz oda boyunca yürüdü ve balkona yaklaştı.
Balkonda camdan bir kutu vardı. Çok büyük değildi ve içinde
bir yağmur ormanı iklimi bulunuyordu. Ainz kemiksi parmağını kutuya doğru
uzattı ve bir yaprağı kaldırdı. Yaprağında altında, güneşten kaçarak karanlık
bir yere gizlemiş bir yaratık vardı.
Parlak renkli bedeni yapışkan ve aynı zamanda kaygan bir
mukus ile kaplıydı. Bedeninin ön kısmı ise bir insan dudağı şeklindeydi.
Ainz gözlerinin önünde duran Dudak Böceği’ni dikkatlice
inceledi.
“Gayet iyi bir renk. Oldukça canlı gözüküyorsun.
Ona daha önceden söylenmiş bir şeyi hatırladı. Renk oldukça
önemliydi. Ayrıca önüne birkaç farklı Dudak Böceği konulup enerjilerinin
renklerine göre değiştiğini öğretildiğini de hatırlıyordu. Ve şu anda önündeki
Dudak Böceği de diğerlerinden çok daha canlı duruyordu.
Ainz yakındaki bir tabakta bulunan kabak yapraklarından taze
bir tanesini aldı.
“Gel bakalım Nurunuru-kun, yemek vakti geldi.”
Yaprağı Dudak Böceği’ne yaklaştırdı. Dudak Böceği de ondan
bir ısırık aldı. Ainz yaprağı ona bıraktığı anda Dudak Böceği çılgın bir
şekilde yaprağa saldırdı.
Ainz iki adet yaprak daha aldı. Dudak Böceği onları da yiyip
bitirmeye istekli görünüyordu.
Burada durmaya karar verdi çünkü Entoma ona çok fazla
beslemenin iyi olmayacağını söylemişti.
Ainz karnı doymuş, mutlu Dudak Böceği’ni cam kutudaki
gölgeli evine, yani en çok sevdiği yere geri bıraktı.
“Başta biraz tiksindirici duruyor ama ona biraz baktıktan
sonra büyüyor ve oldukça tatlılaşıyor.”
Ainz birinden çok kendi kendine konuşmuştu. Cam kutunun
kapağını kapatırken yüzünde neşeli bir gülümseme vardı. Kutu çok sağlam değildi
ve Dudak Böceği cidden istese kaçabilirdi. Ainz’in bu kutuyu kullanma nedeni
içindeki yaratıkla oldukça iyi ilgileneceğine dair kendine güvenmesiydi. Gerçi
bu paralı bir canavardı ve sadece altınla çağırılabiliyordu, bu yüzden kaçıp
kaçmayacağının bir garantisi yoktu.
Ainz elini nazikçe yakınındaki bir beze sildi ve sabahki
işini bitirdikten sonra sandalyesine oturdu. Ağırlığını geriye doğru verdi ve
bedeninin sandalyeye gömülmesini sağladı.
Ah, iş… diye
düşündü Ainz. Resmi bir çalışma saatim
yok ama yine de kalbim bu zamanlarda çalışmamı söylüyor. Sanırım eski
alışkanlıklar kolay ölmüyor.
Masanın üstünde ne bir toz zerresi ne de bir belge vardı.
Bu Suzuki Satoru’nun masasının tam tersiydi.
Tüm bunların sebebi gece boyu çalışması gerekmemesiydi.
Ainz’in görevi büyük kararlar vermekti, küçük detaylarla ilgilenmek değil. Ana
konuyu belirledikten sonra astları bunu hemen uygulamaya koyuyordu.
Yine de… Asıl zor olma
sebebi de bu zaten. İlk defa anladım ki bir işin zorluğunu belirleyen şey
kişinin o işe ne kadar sorumlulukla yaptığıymış. Fiziksel olarak yorulmaktan
çok zihinsel olarak yoruyor. Ve kesinlikle çok daha fazla da stresli. Ah,
başlama zamanı geldi mi?
Saatine bakmasına gerek yoktu.
Tam o anda kapı tıklandı. Kapının yanında duran Beşinci,
kapıdaki kişinin kimliğini belirtti.
“Ainz-sama, gelen kişiler Albedo-sama ve Büyük Lichler*.”
Beşinci’nin sözlerinde bir saygı vardı, çünkü Büyük Lichles
bizzat Ainz’in yarattığı varlıklardı.
“Anladım. Girebilirler.”
Beşinci kapıdan birkaç adım uzaklaşarak ziyaretçilere yol
açtı. Albedo ve Büyük Lichlerden altı kişi odaya girdi.
“Günaydın, Ainz-sama.”
Albedo’nun selamlamasından sonra Büyük Lichler derin bir
şekilde kafalarını eğerek selam verdi.
“Günaydın Albedo. Bugün hava oldukça güzel gibi duruyor.”
“Evet öyle. Tüm günün güneşli geçeceğine dair raporlarım
var. Elbette bu dünyanın mutlak hükümdarı olarak bu sizin istediğiniz değilse
istediğiniz zaman havayı değiştirebiliriz. Yapalım mı, Ainz-sama?”
Bu, bir konuşmaya başlamak için oldukça gereksiz bir
konuydu. Albedo’nun konuşmaya böyle bir öneriyle başlayacağını tahmin
etmemişti.
“Gerek yok. Havadaki değişimleri severim. Güneşli günler
gayet iyi. Yağmurlu bir günde gürleyen şimşeklerin ayrı bir tadı var. Nazikçe
yağan karlar ise oldukça ilgi çekici. Sadece havadaki doğal değişimleri izlemek
bile oldukça keyifli.”
Ainz bu dünyanın sürekli değişen iklimini seviyordu. Bu
bozulmamış dünyada eski yoldaşlarından Mavi Gezegen’in sözleri çok daha anlam
kazanıyordu: “Yağmur aslında doğanın bize verdiği bir nimettir.”
Doğayı kendi akışına bırakmak en iyisiydi.
“Peki, anladım… Tabii ki havayı değiştirmek gibi bir
niyetinizin olduğunu anlamıştım ama yine de emin olmak istedim Ainz-sama.
Sonuçta isteklerinizi bize direkt olarak emreden bir lider değilsiniz.”
“Öyle mi? Ben pek de öyle düşünmüyorum…”
Ainz biraz düşündü ama arzuladı bir şey aklına gelmedi.
Suzuki Satoru olduğu zamanlarda zihni YGGDRASIL ile doluydu. Bedeni böyle
olduğunda ise işler daha da kötüleşmişti. Bunun bir ölü olmanın verdiği yan
etkilerden biri mi olduğundan emin değildi, fakat hep böyle olma şansı oldukça
yüksekti. Eğer arzuladığı bir şey olsaydı bunlar herhalde nadir eşyaları
toplamak olurdu. Ve ayrıca…
Ainz kendi yalnızlığına
gülümsedi ve nazikçe elini salladı.
*Lich: Bazı fantastik evrenlerde bulunan, öldüğü hâlde büyü
kullanarak bir şekilde ölüme karşı gelmiş namevt (undead) varlıklar. Genelde
nekromanside uzmanlardır.

