Overlord
Cüce Topraklarının Peşinde -4
Mağaranın içinde hiç ışık yoktu ve çok geçmeden zifiri karanlıkta
kaldılar. Ancak gece görüşüne sahip Ainz için bu bir problem teşkil etmiyordu.
Shalltear, Aura, diğer namevtler ve büyülü yaratıklar da bu özelliğe sahipti.
Bu seviyede, sıradan bir karanlık onlara dezavantaj sağlamazdı.
Ancak diğer yandan Zenberu, bir namevt tarafından, bir prenses
edasıyla taşınıyordu.
Etraftaki sarkıtların ve dikitlerin temizlendiği ve yürünmek için
yolun düzleştirildiği gerçeği göz önüne alınırsa buranın bir cüce şehri olduğu
su götürmez bir gerçekti.
Hanzolar onlara yolu gösterdi. Yolları üstünde ayrılan birçok yol
vardı ve onlara rehberlik eden Hanzolara göre o yolların hepsi çıkmaza
çıkıyordu. Büyük ihtimalle bunlar, istenmeyen ziyaretçileri oyalayıp zaman
kazanmak ya da bir karşı saldırı gerçekleştirmek için yapılmıştı.
Bu şartlar altında Ainz’in kullanabileceği büyüler vardı fakat
Hanzolar böyle yeteneklerden yoksundu. Tüm bu yolları ve patikaları
inceledikleri düşünülünce Hanzolarının işinin neden bu kadar uzun sürdüğü
anlaşılırdı.
Bunu düşündüğü sırada Hanzolardan birisi yüzünü ona döndü.
“Ainz-sama, yerleşim bölgesine gelmek üzereyiz.”
“Cidden mi? ...İleride puslu bir ışık var, Hanzo. Burada hiç cüce
olmadığını söylememiş miydin?”
“Evet, yoklar. Işık kristal bir mineralden yayılıyor.”
Önlerinde engin bir açık alan yayıldı.
Işığın kaynağına baktığı zaman, tavanı desteleyen birkaç sağlam
sütun gördü. Kristalimsi bu objeler tavandan çıkıyor ve Hanzoların bahsettiği
ışığı yayıyordu.
Ainz’in görebildiği kadarıyla bundan başka bir ışık kaynağı -en
azından insan yapımı- yoktu.
Hanzoların bahsettiği gibi bu bölge bir yerleşkeye benziyordu.
Genelde iki katlı, uzun ve yavan bina sıralarıyla burası kesinlikle bir şehre
benziyordu.
Belki de inşa eden kişiler kısa diyedir, fakat yapıların hepsi
insanların inşa ettiği yapılardan oldukça kısaydı. Yine de Ainz’den uzunlardı
ve görüşü binalar tarafından engellenmişken şehrin ne kadar büyük olduğunu
söyleyemezdi. Ancak bu çokça sayıdaki binaları saymak anlamsız bir uğraştı.
“Hmm...”
Ainz şehri incelerken kalbindeki umut alevi, sanki kalbine buz
gibi bir su dökülmüş gibi söndü.
Bu çok aşağılayıcıydı.
Cüce şehrine dair duyduğu hikayeler Ainz’in zihninde parlak,
karmaşık ve asil bir yer calandırmıştı ancak şu an bunlardan hiçbir iz yoktu.
YGGDRASIL’den ya da başka bir oyuncunun varlığından da hiçbir iz yoktu.
Ainz öne çıktı ve binalardan birisinin kapısını açtı.
Tıpkı Hanzo'nun söylediği gibi, onu bomboş bir alan karşıladı.
Girişten baktığında hiçbir mobilya göremiyordu. Geride bırakılan
tek şeyler duvarlara sabitlenmiş raflar ve hareket etmeyen şeylerdi. Yerleri
beyaz bir toz kaplamıştı. Görünüşe göre uzun süredir kimse burada bulunmamıştı.
“—Zenberu! Seslen bakayım kimse var mı?!”
Ainz’in emrii duyan Zenberu, geçmişte onunla
ilgilenmiş olan cücenin adını bağırdı.
Bu kapalı alanda bile sesin yankılanmaması,
mağaranın ne kadar büyük olduğunun bir göstergesiydi.
Zenberu birkaç kere daha bağırdı ancak önceki
gibi, hiçbir cevap yoktu.
“Hanzolar. Şehrin dışındaki tünelleri arayın ve
ipucu olabilecek şeyler arayın. Bu şehrin neden terk edildiğini öğrenin. Ancak
bu tünel ağı hakkında hiçbir şey bilmediğimiz için çok ilerlediğinizi
düşürseniz geri dönün.”
“Anlaşıldı!”
Her ne kadar herkesin ayrılıp tek başına
araması çok daha hızlı bir yolsa da Ainz neler olup bittiğini anlamadığı bir
durumda grubu ayırmanın aptalca bir karar olduğunu biliyordu. Herkese
toplanmasını ve bir araştırma başlatılmasını emretti. Ainz geride beklerken
onlar da kapıları teker teker açıp binaları araştırdı.
Hepsi bir öncekinin aynıydı.
Bazılarında terk edilmiş mobilyalar bulunuyordu
ancak bu da bir kitaplık ya da masadan öteye gitmiyordu. Tamamen mobilyayla
döşenmiş tek bir ev bile bulamamışlardı.
Tüm evleri bu şekilde aramak oldukça uzun
sürecekti.
“Aura, aramızda hisleri en iyi olan kişi
sensin. Bir ipucu bulabildin mi?”
“Hayır. Etrafta kimseyi hissedemiyorum.”
“Demek öyle... O zaman daha fazla araştırma
için iki gruba ayrılacağız. Shalltear, namevtleri al ve gözetmenlik yap. Aura,
Zenberu buradayken kaldığı eve doğru git. Cücelerin neden terk ettiğine dair
ipuçları adına tüm şehri araştırın, ama çok fazla da uzaklaşmayın.”
İki Muhafız da onaylayarak cevap verdi ve Zenberu’nun
da memnuniyetle diz çöktüğünü gördü.
Cömertçe kafa sallayan Ainz [Uçuş] büyüsü
yaptı.
Yavaşça yükselmeye başladı.
Birileri pusuda bekliyor olsaydı bu yaptığı
oldukça tehlikeli bir eylem olurdu ancak nedendir bilinmez, Ainz etrafta kimsenin
olmadığını hissediyordu.
“Ainz-sama!”
Shalltear birden telaşa kapıldı.
“Çok tehlikeli! Lütfen yere inin!”
“Düşündüm de, sanırım haklısın. Dikkatsizlik
ettim.”
Shalltear'In sinirlenmesi oldukça doğaldı.
Sonuçta tamamen içgüdülerine güvenerek havaya yükselmişti ve tamamen bir açık
hedef haline gelmişti.
“Yine de saldırıya uğramamam, burada kimsenin
olmadığını kanıtlar. Ayrıca beni fark eden birisi varsa bile, yakınlaşıp daha
fazla bilgi edinmek isteyebilir, bu yüzden çevrenin güvenliğini sana
bırakıyorum.”
“Lütfen düşmanı tuzağa çekmek için kendinizi
yem olarak kullanmayın.”
Punitto-san haklıydı, şartlar öyle
gerektiriyorsa bir lider de kendisini yem olarak kullanabilirdi. ...Yine de,
sanırım Shalltear gibi birinin bunu anlaması oldukça zor. Sonuçta o benim
arkadaşlarımdan biri değil, korumam.
“Affet beni,” dedi Ainz Shalltear’a bakmadan.
Burası, benzer binalarla güzelce bir şekilde
tasarlanmış bir şehirdi.
“Şurada, şurada ve şurada etkileyici gözüken
yapılar var.”
Her ne kadar çoğu yapı aynı kalıptan çıkmış
gibi gözükse de diğerleriden daha büyük gibi duran birkaç yapı da vardı.
“Gidip bakalım mı?”
“Önce Aura’yı çağıralım. Orada bir pusu varsa
işler çok sıkıntılı bir hal alabilir.”
Shalltear'ın şu ana kadar söylediği her şey
oldukça mantıklıydı.
“Ainz-sama!”
Aura’nın sesi aşağıdan gelmişti. Aşağıya bakan
Ainz, kendisine el sallayan Aura’yı ve Zenberu’yu gördü ve bu el sallayışa
baktığı zaman anormal bir şey olduğunu anladı.
“Görünüşe gör bir şey bulmuşlar.”
“Öyle görünüyor.”
İkisi kısa süre bakışarak yere indiler,
ardından kısa süre sonra aceleyle bir namevt yanlarına geldi.
“Bunu görmeniz lazım, Ainz-sama!”
Aura onları, kapısını açtığı bir binaya
götürdü.
Ainz kısa bir göz attı fakat diğer binalardan
farklı hiçbir şey göze çarpmıyordu ve özel bir şey de yoktu.
“Burası Zenberu'nun daha önce kaldığı bina mı?”
“Hayır, orası değil. Zenberu ile ilgilenmiş
cücenin evine doğru giderken kapısı açılmış birkaç bina bulduk. Kontrol
ettikten sonra yerde ayak izleri bulduk, ve bu ayak izleri cücelere ait
olmayabilir. İşte, bir bakın. Zenberu, cüceler yalın ayak dolaşmaz değil mi?”
“Ahh, elbette dolaşmazlar. Hepsi ayakkabı
giyer, hatta evlerinin içinde bile çıkartmazlar. Genelde metal tabanlı sağlam
botlar giydiklerini görürdüm.”
“Bu da demektir ki bu ayak izleri kesinlikle
cücelere ait değil.”
“Bunlardan ne öğrenebilirsiniz?”
“Hmm... Bir bakalım...”
Aura kafasını düşünceli bir şekilde eğdi.
“İki ayaklı bir canlı tarafından yapılmışa
benziyorlar, ayrıca sağ ve sol ayak arasındaki izler de kuyruğumsu bir şey
olduğunu gösteriyor.”
“Bir çeşit kertenkeleadam mı?”
Shalltear, Zenberu’ya bakmak için döndü.
“Hayır, değil. Kuyruk Zenberu'nunkinin aksine
ince. Ayrıca ayak izlerinin üstü de
tozla kaplanmış, yani uzun süredir burada değiller. İzleri kim bıraktıysa çok
sık gidip gelmiyormuş. Ayrıca buraya gelen kişi içeri girdikten hemen sonra
geri çıkmış. Bir cüce şehri ile ilgilendikleri için mi gelmişler acaba?”
Aura bakışlarını evden, dışarıdaki yola
çevirdi.
“Ayrıca tek bir kişi de değilmiş... Sayıları
fazla, en azından 10 tane.”
“Bu izi nereye kadar takip edebilirsin? Bu
bizim tek ipucumuz, o yüzden olabildiğince takip etmek istiyorum.”
“Anladım. O zaman arkamdan takip edebilir
misiniz?”
Bunu reddetmek için hiçbir sebepleri yoktu.
Herkes Aura'yı takip ederken Shalltear, Aura’yı
korumak için hemen arkasında kaldı.
Ayak izlerinin sahibi tıpkı Aura’nın tahmin
ettiği gibi hareket ediyordu ve Ainz ile amacı aynıydı. Cüce binalarına girip
geziniyordu.
İzin ortasındayken Aura birden durup eğildi ve
önlerindeki yola baktı. Ainz’in yukarıdayken gördüğü büyük binalardan birine bakıyordu.
“Burada çok fazla benzer ayak izi var. Buraya
bir ekip halinde gelmişler gibi görünüyor. Ne yapmalıyız? Bu ekibi inceleyelim
mi?”
“”Hayır, bu ayak izlerinin sahibinin nereye
kaybolduğunu öğrenmek daha iyi olabilir. Diğer grubu sonra inceleriz.”
“Anlaşıldı!”
Aura tekrar hareket etmeye başladı. En
nihayetinde, tüm şehri kaplıyormuş gibi duran, duvarlarla kaplı bir binaya
geldiler.
Bir bungalova benziyordu, ancak devasaydı.
“İçeride kimse olmamalı, ama güvenlik için büyü
kullanacağım. Düşmanın savunma büyüleri bana odaklanacak şekilde kurulmuş
olabilir, o yüzden mesafenize dikkat edin.”
Kehanet tipi büyü kullanmak, karşı saldırı yeme
ihtimalini taşıyan bir şeydi. Ani bir geri tepme ile, tek vuruşta ölecek tek
kişi Zenberu olsa da astlarının canlarını gereksiz yere azaltmak için hiçbir
sebebi yoktu.
“Ainz-sama, lütfen sizi korumama izin verin.”
“Eh? O zaman ben de geleceğim.”
“Hayır, etki alanından uzakta kalıp etrafı
gözetlemeniz lazım.”
Shalltear tarafından aşağılandıktan sonra Aura,
rica eder bakışlarla Ainz’e baktı, ancak bu durumda Ainz Shalltear ile aynı
fikirdeydi.
“Aynen öyle. Senin sensör yeteneklerin aramızda
kimsede yok Aura. Pek olası görünmese de cidden bir pusu kurulmuşsa ilk fark
eden kişi sen olabilirsin.”
Bunu efendisinden duyan Aura’nın diyecek başka
bir şeyi kalmamıştı. Yapabileceği tek şey gönülsüzce bunu kabul etmekti.
