Overlord
Yaklaşan Kriz- 4
Büyük Yarık'ı koruyan kale düşmüştü ve son savunma hatlarına kadar
geri çekilmek zorunda kalmışlardı. Onlar ve düşman arasında sadece tek bir kapı
bulunuyordu ve orası da düşerse düşman şehre akın edecekti ve birçok cüce
ölecekti. Feoh Raiđō’daki insanların kaçması için zaman kazanmayı planlasalar
bile eğer doğru plan yapmazlarsa tüm bir ırkın yaşamının tehlikeye gireceği
açıktı.
Ainz, cücelerin sıkıntısını duyduktan sonra içten içe gülümsedi.
Her şey şu an onun lehine oluyordu.
“Peki buna ne dersiniz? Bu süre zarfında quagoaları yenmeniz için
kuvvetlerimin kullanımını size ödünç vereceğim. Ne düşünüyorsunuz?”
Kumandan sanki duygularını gizlermiş gibi gözlerini kıstı.
“Bunu yapabilir misiniz? Ama...”
Geleneklere göre bu antlaşmanın şartlarını yazıya dökmeleri ve
antlaşmanın imzalanması gerekirdi İşleri böyle halletmenin birçok getirisi
vardı. Ancak onlara direkt olarak gücünü ödünç verirse herkesin minnetini
kazanırdı. Yazılı anlaşmalarla kazanılamayan bir şey bir kira ile
kazanılabilirdi ve Ainz de şu an bunun üstüne oynuyordu.
Düzenli ve düzensiz arasında, düzensiz şeyler daha sıkıntılıydı.
Birinin yediği yemeğin parasını moraline göre ödemesi gibiydi. Sabit bir
fiyatın aksine bu durumda kazıklanma ihtimalleri vardı.
Cömertlik çoğunlukla aç gözlülüğe benzer değil mi? Punitto-Moe mi
söylemişti bunu?
“Sizi bulmak için bunca zahmete katlandıktan sonra arkadaş olmak
istediğim ülkenin yok olması oldukça kötü bir durum olurdu. Yardımımı kabul
etmeyecek misiniz?”
“Ancak Konsey’in onayı olmadan...”
“Eh, yeteri kdar zaman varsa sorun yok. Bu basitçe bir yardım
teklifi. Son karar size kalmış. Elbette Konsey son kararı vermeli ancak bu
işlerin genelde nasıl sonuçlandığını biliyorsunuzdur. Görüşmeler sabahtan
akşama kadar devam eder ve sonunda hiçbir sonunca varılamaz. Her ne kadar
yolculuğum boşa gitse de elden bir şey gelmez.”
“Majesteleri, quagoaları püskürtmek konusunda yeteneklerinize
güveniyor musunuz?”
“Feoh Raiđō’dadaki seviyedelerse çocuk oyuncağı olur.”
Gondo yan taraftan kafasını salladı.
“Elbette quagoalar şehre girmeden öncesi için geçerli bu. Bir
kargaşa sırasında sadece düşmanı öldürmek oldukça zor olur. İnanıyorum ki
savaşın cüce şehrine sıçramasını siz de istemiyorsunuzdur? O yüzden şu küçük
kapınız son şansınız değil mi?”
Başkomutanın yüzünden acı dolu bir ifade yayıldı.
“Ne kadar daha zamanınız var? Kapı daha kaç gün dayanabilir?”
Ainz’in aynı konuyu tekrar tekrar dile getirmesi, başkomutanın
zihnini istediği kıvama getirmiş gibiydi.
“Anladım. Majesteleri, umarım ki ulusal gücünüzü bize ödünç
verebilirsiniz.”
“Başkomutan!”
Başka bir asker panikle bağırdı ve başkomutan keksin bir şekilde
ona baktı.
Ardından başkomutan, Ainz’den özür dileyerek askeri konuşulmaları
duyulmayacak bir mesafeye götürdü.
Ardından konuştular.
“Bu kötü,” “quagoa,” “biz hala,” “önümüzdeki tehlike,” “her
halükarda,” gibi bölük pörçük şeyleri duyabiliyordu Ainz.
Konuşmanın ana fikri, kendi başlarını quagoalarla başa
çıkmalarının zor olduğu ve bu fırsatı lehlerine kullanmaları gerektiği gibi
duruyordu.
Görünüşe göre son bir baskının zamanı gelmişti.
Sesine bir güç katan Ainz seslendi:
“Sizce de planlarınıza karar verme zamanı gelmedi mi artık?”
3
Azellisia Sıradağlarında yaşayan sekiz quagoa klanı vardı.
Bunlar, Pu Rimidol klanı, Pu Randel klanı, Pu Surix klanı, Po Ram
klanı, Po Shyunem klanı, Po Gusua klanı, Zu Aygen klanı ve Zu Riyushuk klanı
idi.
Pu’nun -eskinin kahramanı- çocukları onun ismini alan üç klan
kurmuştu ve Po ie Zu isimli klanlarla rekabete girmişti. Her klan arasında çok
küçük farklar bulunurdu ve her biri yaklaşık 10.000 quagoa’ya sahipti. Toplamda
ise Azellisia Sıradağlarında 80.0000 quagoa dağılmış vaziyetteydi.
Eğer birisi Quagoa halkının güçlü olup olmadığını sorarsa, cevap
güçlü olmadıklarıydı.
Bir klanın 10.000 üyesi olsa bile quagoaların teknolojide ve
medeniyette iyi değillerdi ve dağdaki diğer ırkların yanında en düşüklerdendi.
Daha çok, güçlü olanlar için birer avlardı.
Birisi, quagoaların en azılı rakiplerini sorarsa cevap kendi
ırklarının klanları olurdu. Hayır, bazen aynı klandaki kişiler bile düşman
olabiliyordu. Diğer yaratıklar, quagoaları yemekten fazlası olarak görmüyordu.
Onlara nefret beslemiyorlar, yahut onlarla yarışmıyorlardı. Ancak quagoalar
farklı düşünüyordu.
Bu da quagoaların büyüme şeklinden kaynaklıydı.
Gençken yedikleri mineraller ve taşlar quagoaların ileriki
yaşamlarındaki yeteneklerini belirtirdi. Bir başka deyişle, kendi soylarını
güçlendirebilmek için, nadir cevherler ve taşlar için kendi halklarıyla
yarışmak zorundalardı. Bu yüzden de klanları düşmandı, ancak yakındaki bir
düşmanın, uzak olanlardan daha zor olması oldukça doğaldı.
Benzer bir şekilde, cevherler konusunda onlarla yarışan cüceler de
onların düşmanıydı, ancak cücelerin yıldırım efsunlu silahlarıyla onları
kovalaması olasıydı.
Ancak belli bir noktada, eskilerin kahramanı Pu’yu bile geçebilen,
efsanelerin kahramanı doğmuştu.
Bu kişi, Klanların Lordu olan Pe Riyuro idi.
Gücü mavi ve kırmızı quagoaları tamamen aşıyordu. Ezici gücü,
klanları birlikte toplamayı başarmasını sağlamıştı.
Riyuro'nun devrimi bununla da kalmamıştı.
Terk edilmiş bir cüce şehri keşfettikten sonra klanını toplamış ve
yaratıklarla savaşan birlikler kurmuş, cüce esirlerini kullanarak tarım ve
hayvancılığa girişmişti.
Bu kadar da değildi. Genelde yeni bir klan lideri doğduğunda
önceki klan liderinin soyunu tamamen yok ederdi. Bu, quagoalar arasında güç
takasının herkesçe kabul edilmiş yoluydu. Ancak Riyuro bunu yapmamıştı. Bunun
yerine klanların liderlerinin kendi kendilerini yönetmesini seçmişti. Fakat
Riyuro, tüm cevherlerin ona getirilmesini emretti. Riyuro’ya itaat edenler ve
iyi iş çıkaranlara, konumuna bakılmaksızın nadir cevherler verilecekti.
Örnek olarak, canavar istilalarını püskürten klanlar cesur olarak
bilinecekken daha fazla altın ve değerli taş bulmuş klanlar daha fazla lütuf ve
üye kazanacaktı. İşlerini, uygun cevherler ile ödüllendiriyordu.
Lordlarına karşı olan yarışları birbirine çevrilmişti ve böylece
Lord’un tahtı güvenceye alınmıştı.
Hiçbir quagoanın hayal bile edemediği şeyler yapmıştı ve nüfuzunu
yaymak için belli bir planı yürürlülüğe koydu.
Bu plan da cüce şehrine saldırmaktı.
Lord’un çağrısına uyan klanlar en iyi savaşçılarını topladı. Klan
başına 2.000 kişi, toplamda 16.000 kişi toplanmıştı.
Bu, tarihin görmediği büyüklükte bir orduydu. Ancak bu kadarlık
bir kuvvet ile bile o asma köprüden direkt saldırmaları çok fazla kayıp
vermelerine neden olurdu. Çok sayıda asker toplamanın amacına ihanet etmeyi
geç, kaleyi düşüremeden yenilme gibi bir risk de taşıyorlardı.
Bu sebepten ötürü Riyuro kalenin çevresinden dolaşılabilecek bir
yol bulmalarını emretti.
Birkaç gözcü grubu geri dönmese de Büyük Yarık’ı geçecek bir yol
bulmuşlardı. Bundan sonra, birlikler kendilerini üç gruba ayırdılar.
Bir grup kaçan cüceleri yakalamakla görevlendirilmişti. Bu görevi
küçük ekiplere vermişlerdi.
Bir grup ana kuvvet olarak kurulmuştu. Cüce şehrini ele geçirecek
ve yağmalayacaklardı. Eğer seçkin grup kaleyi düşürmekte çok oyalanırsa yardıma
gideceklerdi.
Son grup cüce kalesini düşürecek olan elit quagoalardan
oluşuyordu. Bu grup, ana kuvvetin önünden gidecek ve kaleyi indirecekti.
Gerekirse şehri fethetmeye de gideceklerdi.
Üçüncü, yani öncü olan grubun lider Yozua adında bir quagoa idi
Riyuro’nun en üst adamlarından biri olan, kırmızı bir quagoa’ydı.
Zekası keskindi, iyi dövüşürdü ve kendi klanının liderliği arasında en üstte
gelen adaylardan biriydi.
Buna rağmen böyle karışık bir savaş grubunu yönetmek onun için
bile kolay değildi.
Sonuçta farklı klanlardaki kişilerin birbirlerine karşı derin
garezleri vardı. Ancak Yozu bunu bile kendi lehine kullanabilmişti.
Klanlar arasındaki rekabeti körükleyerek kaleyi indirdi.
Zaferleri, kaleyi arkalayan rotayı kullanıp kaleyi alırken
kesinleşmişti, ancak yine de kimse onun sıra dışı kumandanlık yeteneklerinden
kuşku duyamazdı.
İşin gerçeği, quagoalar arasında kimse kumandanlık yeteneği
konusunda onunla yarışamazdı.
Ve şimdi, quagoalar cüceleri mat etmeye hazırlanıyordu.
***
Öncü ekip arasındaki kaleye saldıran kişiler, en iyilerin de en
iyileriydi. Bu quagoalar vahşice kapıyı pençeliyordu ancak henüz
parçalayamamışlardı.
Bir adım daha. Bir adım daha ve kapıyı kıracak, nefret ettikleri
düşmanları, cüceleri ezebileceklerdi. Bir adım daha ve bu bölge kendilerinin
olacaktı. Başarılarından doalyı ilk sıralarda yer alacaklardı ve ödül olarak
onları çılgına çevirecek cevherler alacaklardı.
Ancak bu şansları, önlerindeki soğuk kapı tarafından
mühürlenmişti.
Quagoalarda bir laf vardı: en derin saklanan solucan en çok
büyüyendir.
Quagoalardan birisi, hedeflerine bu kadar yakın olup aynı zamanda
bu kadar uzak olmalarına sinirlenmiş ve kapıyı ısırmaya başlamıştı. Doğal
olarak da yüzeye birkaç çizik atmak dışında hiçbir şey yapamadı.
Bunu gören başkaları da aynı şeyi denedi.
Ancak sıradan Quagoalar kapıya hiçbir zarar veremiyordu. Yüz yıl
boyunca uğraşsalar bile ellerine bir şey geçmezdi.
Kapının etrafını kazıp bir delik açarak kapıyı geçmeyi düşünseler
bile öğrenmişlerdi ki duvarlar da kapının yapıldığı metallerden yapılmıştı.
Sıradan quagoalar bu kapıyı geçemezdi. Nadir, seçkin kişiler olan
mavi ya da kırmızı quagoalar gizli silah olarak saklanıyordu ve bu saldırı ekiplerine
dahil edilmemişti. Bir başka deyişle, ilerlemeleri burada durmuştu.
Şanlarının son anda engellenmesine kim olsa üzülürdü. Ancak
kaygılı değillerdi. Bunun sebebi çoktan bu olayı öncü birliklerin kumandanına
bildirmişlerdi. Eğer yüce Yozu burada olsaydı kesinlikle onların düşünemediği
bir yol düşünürdü.
Buna rağmen klanlar dinlenmek için kendi aralarında gruplaştı,
çünkü bunun daha ne kadar süreceğini bilmiyorlardı.
Eğer bunlar sıradan askerler olsalar yerlerinde duramaz, stresten
volta atar ve diğer klanlarla savaşmaya başlarlardı. Fakat buradaki herkes en
iyilerin de en iyisiydi Dinlenme zamanı geldiğinde dinlendiler ve öfkeleri ile
güçlerini sıradaki savaşa sakladılar.
Ardından, bir süre dinlendikten sonra quagoalar sanki kafaları bir
yaya monte edilmiş gibi bakakaldılar.
Topraktan kalın bir gıcırtı yayılıyordu ve kapılar yavaşça
açılmaya başlamıştı.
Saldırı ekibindeki quagoalar birbirine baktı.
Cüceler panikle kapıyı kapamışlardı. Neden şimdi açıyorlardı ki?
Teslim olmak mı istiyorlardı? Birçok quagoa böyle düşünüştü ve dişlerini
çıkartırlarken alaycı bir şekilde güldüler.
Sanki teslim olmalarını kabul ederlerdi de.
Planları, cüceleri öldürmekti. Cücelere, boş kelimeler sarf edecek
zamanı tanımayacaklardı.
Kapılar açıldığı anda bir çığ gibi yığılacaklardı ve önlerine
çıkan tüm cüceleri vahşice öldüreceklerdi. Ondan sonra da şehirde taş üstünde
taş bırakmayıp tüm güçleriyle herkesi katledeceklerdi.
Kana susamış quagoaların karşısındaki kapı aralandı. Hala
geçebilmek için çok küçüktü bu aralık. Ölüm saçan bir quagoa kolunu o aralıktan
sokmaya çalıştı.
Keskin pençelerini öne doğru uzattı ve kapının önünde bulunan
herhangi bir cüceyi öldürmeye çalıştı.
Ve ardından...

