Overlord
Yaklaşan Kriz- 5
“Gyaaaaaaaaaaaaaaaaaaah!”
Giren ilk kişi olmak isteyen quagoa çığlık attı ve geriye çekildi.
Uzattığı kolu artık yoktu ve kolun olması gereken yerden kanlar fışkırıyordu.
Uğradıkları şok, yanan bir ateşe dökülen soğuk bir su gibiydi.
Ne olduğunu hayal etmek oldukça kolaydı.
Büyük ihtimalle birisi bir tür silahla kolunu kesmişti, ancak bu
mümkün müydü ki?
Quagoaların özel yetenekleri, silahlara karşı -ki cüceler
genellikle bu tarz silahlar kullanıyordu- olağanüstü derecede dayanıklı olmalarıydı.
Kaleye yaptıkları sürpriz saldırıda bazıları yaralanmıştı ancak aralarında ölü
yoktu. Elektrik saldırıları tarafından vurulmadıkları sürece bu böyle
olmalıydı.
Ama neden yoldaşlarının kolu kesilebilmişti?
Bunun sadece tek bir nedeni olabilirdi.
Bu da, tüm bıçakları def edecek deriye ve posta sahip quagoaların
bile kolunu kesebilecek derecede olağanüstü bir kılıç ustasının varlığıydı.
Bir başka deyişle, yavaşça açılan kapının ardında inanılmaz güçlü
bir savaşçı vardı.
Quagoalar bir adım geri çekildi ve bu savaşta henüz karşılarına
çıkmamış bir duyguyu tattılar. Korku. Bu süre boyunca kapı aralanmaya devam
etti.
“Neden geri çekiliyorsunuz?” diye bağırdı güçlü bir ses, saldırı
ekibinin arkasından.
“Pu Rimidol klanı arasında korkaklar yoktur!”
“Ohhhhh!”
Bu bağırış, bu fikre katılan Pu Rimidol klanının diğer üyelerinden
gelmiş olmalıydı. Paniklemiş olan diğer klanlar da bağırdı ve güçlerini
duyurdular.
“Po Gusua klanı korkak nedir bilmez!”
“Zu Aygen klanından kimse de Pu ya da Po klanına kaybetmeyecek!
Atalarımızın bize Derey Topraklarından gülmesine nasıl izin verebiliriz?!”
Quagoalara göre, cesur şekilde ölmüş kişiler, çocuklarının
başarısını Derey Topraklarından izlerdi. Kendilerini utandıran kişilere ise
güldükleri söylenirdi.
Bu sözler quagoaların savaş ruhunu tekrar körüklemişti.
Kolu kopmuş quagoayı duvara doğru çektiler. Saldırı ekipleri
mesafelerini korudu ve yakın bir düzene girdiler. Güçlü kılıç ustasını
öldürmeye hazırlardı.
“Saldırın! Ne kadar güçlü olursa olsun düşmanın sadece tek bir
kılıcı var! Başa çıkabileceğinden çok daha fazla kişiyle ona saldıracağız,”
dedi birisi.
“Hayır, kapı açıldığı anda dümdüz saldırmamız lazım. Onu yere
serdikten sonra da ezer geçeriz. Ardından şehri yağmalarız.”
“O zaman önden ben gideyim!”
Toza dönüştürülen ve boyaya katılan, Nuran adından bir mineral
vardı. Cesur kişiler bu boyayı alır ve cesaretlerinin göstergesi olarak
kürklerine iki çizgi çekerdi.
Quagoalar, tek bir cesur kişinin arkasına dizilmişti. Eğer o,
kılıç tarafından darbe alırsa yine de onu geriye çekebilirlerdi.
Kapıdaki açıklık artık tek bir quagoanın geçebileceği kadar
genişlemişti.
“Saldırın!
Cesur bir bağırışlar, 10’a yakın quagoa harekete geçti.
Başlarındaki cesur quagoa kaskatı kesildi. Onu arkasından ittiren
kişiler, bu kılıç ustası tarafından öldürüldüğünü hissetmişlerdi. Ancak artık
duramazlardı. Eğer şu anda dururlarsa bu onun cesaretine hakaret etmek demekti.
Bundan dolayı da arkadaki quagoalar, cüce şehrini yakıp yağmalama
dürtüsü ile tek yürek olmuş bir şekilde ittirmeye devam ettiler.
Ardından durdular.
Ne kadar ilerlemeye çalışırlarsa çalışsınlar, devam edemiyorlardı.
Sanki kalın, devasa bir duvar onları engelliyordu.
Quagoalardan birisi kafasını kaldırdı ve baktı.
Cücelerin bir duvar yapıp yapmadığını merak etmesi oldukça
doğaldı.
Görebildikleri tek şey tahmin ettiği gibi simsiyah bir duvardı.
Gözleri sadece bu duvarı görebiliyordu. Ardından duvar harekete
geçti.
“OHHHHHHHHHHHHHHHHHHHHHH!”
Bu, tüm havayı titreştiren güçlü bir çığlıktı.
Düşündükleri şey duvarın aslında çok devasa, büyük bir kalkan
olduğuydu.
Quagoaların silah ya da zırh kullanmaya dair bir geçmişleri yoktu
ancak cüceleri daha önce kullanırken görmüşlerdi. Ancak böyle büyük bir şeyi
hiçbir zaman görmemişlerdi. Önlerindeki kalkan, bir duvarla karıştırılacak
kadar büyüktü.
Quagoalar bu gelişme karşısında şaşkına dönerken, kalkanın
ardındaki mide bulandırıcı bir yaratık kendini gösterdi.
Siyah renkte tam plaka bir zırh giyen, gözleri nefretle kızıla
parlayan bir yaratıktı bu.
Cahil bir quagoa bile bunun kötülük ve şiddet dolu olduğunu
anlayabildi. Bu ölümün kendisiydi.
Fiyuv diye bir ses duyuldu.
Anında üç tane quagoanın kafası aynı anda havaya fırladı.
“UUUOOOOOHHHHHHHHHHHHHHHHH!!”
Quagoalaın bedenini gören diğer quagoalar kükredi.
Tüyleri diken diken eden bu darbe quagoaların dönüp tüm güçleriyle
kaçmak istemesine sebep oldu.
Klanlarındayken kendilerini ölümden korkmayan cesur savaşçılar
olarak görürlerdi. Ancak en uçuk rüyalarında bile böyle bir şey olabileceğini
hayal etmemişlerdi. Karşılarındaki yaratık tüm cesaretlerini kırıyordu.
Bu durumda neden hemen kaçmıyorlardı ki?
Bunun sebebi bunu yapacak güçlerinin olmamasıydı. İç güdüleri
onlara eğer kaçarlarsa arkadan yedikleri tek bir darbede öldürüleceklerini
söylüyordu. Ancak karşılarındaki o siyah varlığın gözleri quagoalara yaşamak
istediklerini hatırlatmıştı.
“OHHHHHHHHHHHHHHHHHHHHHH!”
Bu kükreyiş, toprağın altından gelmiş gibiydi. Quagoalar cevap olarak
sızlandı ve birkaç adım geriledi.
Ardından kendisine sunulan bir fırsatı kullanmışcasına, az
öncekine benzer bir varlık gözüktü. Ve ardından...
“Hyaaaaa!”
Quagoalardan birisi çığlık attı.
Sesin sahibine bakan diğer quagoalar kafasını kaybetmiş bir başka
yoldaşlarını gördüler.
Ölmüştü. Buna şüphe yoktu. Ancak kolları birden sanki bir şey
ararmışcasına hareket etmeye başladı. Bu kesinlikle bir kas kasılması ya da
spazm değildi
Varabildikleri tek sonuç, cesedin hareket etmeye başladığıydı.
Bir kabusun içinde tıkılı kalmış gibi, hala hayatta olan quagoalar
kendilerini bir korku kafesinin içinde hapsedilmiş olarak buldular.
İki devasa zırhtan klink klink diye sesler çıktı ve yaratıklar,
tuhaf kılıçlarını havaya kaldırdı.
***
“Demek saldırı ekibinin raporuna göre kapıyı yıkacak bir yol hala
bulamamışlar, değil mi?”
“Evet!”
Astının raporunu dinlerken, kırmızı boyalı kürkü olan quagoa
kaşlarını çattı.
Bu quagoa öncü birliklerinin kumandanı Yozu idi. Bir orichalcum
kadar sert bir derisi vardı ve metal silahlara olan direnci normal quagoalardan
bile fazlaydı. O, bu ırkın üstün üyelerinden olan bir kırmızı quagoa idi.
Yozu bakışlarını, diz çökmekte olan astlarından, asma köprünün
öbür tarafında bulunan kaleye çevirdi. Kalenin ardında bir tünel vardı.
Tünelden sonra da cüce şehri.
Orayı ele geçirdikten sonra hem güzel bir üsleri olacaktı hem de
cevherler için olan mücadeleleri de bitecekti
Geniş bir alan ve eşi benzeri görülmemiş cevher ile mineral
kaynakları quagoaları çok güçlendirecekti.
Bu gerçekleştiğinde quagoalar bir gündü tüm bu dağları yönetmeye
başlayacaktı.
“Keşke şu ejderhaları yenebilsek...”
Yozu, yanlışlıkla gerçek düşüncelerini ortaya çıkarınca etrafına
endişeli bir şekilde baktı.
Birisi duymuşsa bile kimse bunu belirtmiyordu.
Bu Yozu'yu rahatlattı.
Quagoalar eski cüce başkentini ana üsleri olarak kullanıyorlardı.
Kraliyet Sarayı hala gururlu bir şekilde şehirde yükseliyordu
ancak şu anda orası bir beyaz ejderhanın bölgesi olmuştu. Bu, dondurucu bir
nefes üfleyebilen bir Ayaz Ejderi idi.
Quagoalar, Ayaz Ejderleri ile bir ittifak kurmuştu. Ancak biraz
beyni olan birisi bile bunun eşit şartlar altında kurulmuş bir ilişki
olmadığını anlardı. Klan Lordu, bunun iki tarafın da ortak refahı için olduğunu
falan söylese de bu laflara kendisi bile inanmıyordu.
Gerçek şuydu ki, Ejderhalar güçlü, onların hizmetkarı olan
quagoalar zayıftı.
Ejderhalara göre quagoalar acil durumda yiyecekleri yemek ya da
basit piyonlardan ibaretti.
Yozu bir keresinde, Klanların Lordu ile birlikte ejderhalar ile
karşılaşmıştı. Bu izlenimi de o devasa çeneleriyle sarf ettikleri kudretli
sözlerden sonra edinmişti. Aynı zamanda ejderhaların karşısında aşağılık kalan
Lord’un görüntüsüne de şaşırmıştı.
Yüce bir kahramanın o duruma düşmesini istemiyordu ancak Yozu
aptal değildi. Ejderler ve quagoalar arasındaki aşılamaz farkın oldukça
farkındaydı.
Yine de ejderhaların onlara birer aptal gibi davranmalarına izin
veremezdi.
Şimdilik bu konuda bir şey yapamayız. O Ejder Lordu ile savaşırsak
quagoa ırkı asla yenilemeyecek kayıplar verir. Kazansak bile. Ama... Bir gün.
Bu isteği kalbinde tutan tek kişi o değildi. Ejderhalar ile
karşılaşmış tüm quagoalar, yani üst sınıfların hepsi aynı arzuyu taşıyordu.
Öncelikle onların dondurucu nefeslerine karşı bağışıklık kazanmak
için bir yol bulmalıydılar. Eğer öyle quagoalar doğmazsa çok büyük kayıplar
verirlerdi.
Bunu aramak da oldukça uzun sürecekti.
Yozu bu karanlık düşüncelerini kafasından attı. Şu anda cüceleri yok
etmeliydi. Ve henüz bunu yapamamışlardı. Şu anda yapması gereken, geleceği
etkileyecek onca şey varken geleceği düşünmesi aptalca olurdu.
Yozu astlarını çağırdı.
“Hey, kaleyi yok edin ve bakın bakalım daha fazla insan sokabilmek
için tünel duvarlarını genişletebiliyor muyuz. Ana kuvvet gelmeden önce
olabildiğince hazırl...”
Birden, Yozu'nun kulakları dikeldi. Bir yerden gelen bir çığlık
duymuştu sanki.
