Overlord
Ayaz Ejder Lordu- 2
Ainz, Shalltear ve Aura önden gitti. Gondo ise on civarı
asker ve askerlerin kumandanı ile, kaleyi almaya gitmek için hizalanmıştı.
Ardından kapılar yavaşça açıldı. Açıklıktan bir ölüm kokusu yayılıyordu, o
yüzden ne bekleyecekleri hakkında hiçbir fikirleri yoktu. Ancak sonra tüyler
ürperten manzara karşılarına çıktı.
Bu eğimli tünel genişti ve kolay geçilmesi için birkaç
seviyeye ayrılmıştı. Ancak duvarlar ve zemin tamamen kana, bağırsaklara ve et
parçalarına bulanmıştı. Quagoa cesetleri yerde yatıyordu.
“Öğğ!”
Ölümün kokusu tüm odayı kapladı. Bu, bir asker tecrübesi
olmayan Gondo için çok fazlaydı ve öğürmeye başlamıştı. Cüce askerlerinin de
yüzü yeşile dönmüştü ve bunun sebebi herhangi bir ışık değildi.
Ainz’in
bedeninin mide bulantısı gibi bir fonksiyonu yoktu, o yüzden bu ona bir sorun teşkil
etmiyordu. Ancak bu koku onun da hoşuna gitmiyordu.
Ayaklarının altından bir şlap sesi geldi Görünüşe göre
ölmüş bir quagoanın iç organlarından birine basmıştı.
Ainz iç geçirdi ve [Kitle Uçuşu] yaparak herkesin
uçmasını sağladı.
Görünüşe göre Ölüm Şövalyeleri burada bir katliam
yapmıştı. Bu tünelde kayıp düşen herkes koku ve pislik yüzünden gücünü
kaybedebilirdi. Daha da önemlisi, yürürlerken yanlarındaki birinin kanlar
içinde gezinmesi de oldukça kötü bir görüntüydü.
Grup eğimli pasaj boyunca uçtu ve büyü sayesinde
kirlenmeden ilerlediler.
Yol boyunca dizilmiş loş bir şekilde parlayan parlak
taşlar sayesinde hala görebilmelerine yetecek kadar ışık vardı. Ancak taşlar
arasındaki boşluklar karanlıkla doluydu. Elbette Ainz’in karanlıkta görme yetisi vardı,
o yüzden bu ona bir sorun teşkil etmiyordu.
Eğim boyunca, yaklaşık 100 metre kadar gittikten sonra
önlerindeki kalenin girişini görebiliyorlardı. Hayır, kalenin arka kapısı demek
daha doğru bir betimleme olurdu.
Açık kapılardan kaleye girdiklerinde kalenin önüne
gidebilecekler ve asma köprüyü aşabileceklerdi. Batıya doğru da birkaç gün
boyunca gittikten sonra eski Cüce Başkenti’ni görebileceklerdi.
Kalenin girişi de quagoa cesetleriyle kaplanmıştı.
Bazıları Ölüm Şövalyeleri tarafından değil, dişlenerek öldürülmüş gibi
görünüyordu. Bunlar Ölüm Şövalyelerinin zombilerinin kurbanları olmalıydılar.
Ainz’in
namevt tespit etme yeteneği bir şey algılamıyordu. Büyük ihtimalle Ölüm
Şövalyeleri yok edildikten sonra zombiler, sıradan cesetlere döndüğü içindi bu.
Ainz etrafına bakındı. Herhangi bir namevt reaksiyonu
yoktu ancak onları bu şekilde hissetseydi, namevt dünyasının karakterislikleri
düşünüldüğünde işler oldukça tehlikeli olabilirdi.
“Cesetleri
öylece bırakmanın namevtlerin doğmasına yol açtığı bilinen bir gerçek. Ne
yapmayı planlıyorsunuz?” Ainz
onları takip eden askerlere sormuştu.
“Evet,
efendim. Onları temizleyeceğiz,” diye cevap verdi kumandan. “Eh, temizlemekten bahsediyoruz ama daha çok hepsini toplayıp
Büyük Yarık’tan
atarak bir canavar çekseler bile bizden uzakta olmalarını sağlayacağız.”
“Ardından
da kaleyi onarmanız ve quagoaların nasıl saldırdığını bulmanız gerek. Görünüşe
göre önünüzde birçok iş var.”
Burada yollarını ayıracaklardı. Cüce Başkenti’nin tekrar alınmasında
rol oynayacak tek kişiler Ainz, Aura, Shalltear ve Gondo olacaktı. Eh, Hanzolar
da etraftaydı ancak bunu bilmelerine gerek yoktu.
Cüceler buruk bir şekilde gülümsedi. Araştırmaların
riskli olduğu doğru olsa da -sonuçta quagoalar ile karşılaşma riskelri vardı-
Ainz’in
quagoaların ana kampına saldırması ile kıyaslanamazdı bile. Büyük ihtimalle
bunu demek istemişti.
“O
zaman, biz kaleye gireceğiz. Güvenli olduğundan emin olmak için ilk biz
gireceğiz, o yüzden o zamana kadar siz de dışarıda bekleyin. Gondo’yu da koruyun olur mu?”
Kumandandan olumlu yanıt olduktan sonra Ainz açık kapıdan
adım attı.
Trajedinin ortasına adım attığı sırada Ainz, arkasında
duran Aura’ya bir
soru sordu.
“Aura,
burada gizlenme yeteneği kullanan birisini seziyor musun?”
“Hayır.
Bu kalede canlı hiçbir şey yok.”
Aura elini uzun kulaklarından birine götürdü ve bunu
cevaplarken dinlediğini gösteren bir hareket yaptı. Eğer Aura gibi i sürebilen
birisi böyle dediyse bu kalede canlı hiçbir şey olamazdı.
Yine de gardlarını indiremezlerdi.
Ainz’in
Ölüm Şövalyelerini yenen kişi buradan geçmiş olmalıydı. Eğer o kişi, gizlenme
odaklı çokça yetenek aldıysa Aura’nın algı yeteneklerini aldatabilirdi.
Yine de genellikle öyle olan kişilerin saldırı gücü az
olurdu, o yüzden bir pusu kursalar da hemencecik yenilirlerdi.
Kalede birçok ceset vardı ancak az önceki eğimli tünelin
aksine burada cüce cesetleri de vardı.
Ainz, girdikleri kapının tam aksi yönündeki geçide doğru
yürürken kale boyunca yürüdü. Kapıyı açtıktan sonra Ainz, önünde uzanan Büyük
Yarık’ı gördü.
Ainz bile en dibi göremiyordu.
İleride quagoalar olmadığına göre büyük ihtimalle burada
bir üs kurmadan geri çekilmişlerdi.
“Bu
Büyük Yarık olmalı..”
Ainz bakışlarını soldan sağa gezdirdi.
“Ama
asma köprüye dair hiçbir şey yok... Şu bir köprü bacağı mı? Eğer öyleyse bu
demektir ki...”
“Geri
çekilirken düşman köprüyü yıkmış olabilir,” dedi Shalltear yan taraftan.
“Hımm...”
Eğer düşmanları Ölüm Şövalyelerini kolaylıkla yenebilecek
biriyse neden köprüyü yıkmaya ihtiyaç duymuşlardı ki? Eğer bu saldırılarını
bloklamak içindiyse, güçlerine güvenleri yok mu demekti bu? Hayır.
Ainz kafasını salladı.
Ölüm Şövalyeleri bu dünyada nadirdi. Bu yüzden de düşman,
iki Ölüm Şövalyesi kontrol eden çok güçlü bir varlık olduğunu öngörmüş olmalı.
Bu durumda da köprüyü yıkmaları çok büyük bir kayıp değildi.
“Hiç
de fena değil... Cücelere yolun güvende olduğunu söyledi.”
“Anlaşıldı!”
Shalltear’ın cücelere doğru gitmesini izlerken Aura’nın çömeldiğini gördü. Ne
yaptığını sormak istedi ancak suratındaki ifadeye bakarak, dikkatini
dağıtmaması gerektiğini düşündü.
Ainz Büyük Yarık’a bakmak için döndü, ardından eline bir taş alarak fırlattı.
Bunu yapmasında bir anlam yoktu, sadece bir hevesle yapmıştı. Yine de taşın
dibe çarptığını duyamamıştı.
“Derinliği
belirsiz, Majesteleri,” dedi
Shalltear’ın
beraberinde getirdiği kumandan. Ainz'in yaptığını görmüş olmalıydı. “Araştırmak için iki
sefere çıkıldı ancak iki grup da geriye dönmedi.”
“Demek
öyle. Büyük ihtimalle yaratıklar mesken tutmuştur. Yukarı çıktıkları oluyor mu
hiç?
Şu ana kadar öyle bir şey yaşanmadı efendim. Bu sebepten
dolayı da artık sefere çıkılmama kararı verdik. Çok derinlere inmek akılsızca
olur.”
“Eh,
o kadarı doğru.”
Ainz, hayaletler gibi cisimsiz namevtler oluşturabilir,
büyü kullanarak onların hislerini hissederek kapsamlı bir araştırma
yapabilirdi. Ancak şu anda bunun gibi bir şeyin sırası değildi.
Şu anki durumlarına bakılınca, Büyük Yarık’ı araştırmak çok düşük
öncelikli bir şeydi. Yine de yapılması gerekiyordu. YGGDRASIL’de, bunun gibi mekanlar genellikle
değerli eşyalar ve zindanlar içerirdi.
Eğer bunu oyun
geliştiricileri yapmış olsaydı Büyük Yarık’ın dibine bir tünel gizlemiş, içini de nadir
metallerle doldurmuş olurlardı. Kesinlikle böyle yaparlardı. Aslında, daha önce
böyle olmuştu.
“O
zaman, karşı tarafa geçecek, kaçan quagoaları kovalayacak ve onları Kraliyet
Başkenti’ne kadar
gerileteceğiz.”
Uçma büyüsü hala etkili olduğu için karşıya geçmeleri
problem değildi. Ancak Ainz’i
endişelendiren şey, karanlıktan fırlayacak bir şeylerdi.
