Overlord
Ayaz Ejder Lordu- 4
“Majesteleri
yola çıktı!”
Bunu duyduklarında, Cüce Konseyin’deki altı kişi -Toprak Yüksek
Rahibi, Gıda Üretim Müdürü, Kabine Sekreteri, İçkicibaşı, Mağara ve Maden
Ustası, ve Tüccar Loncabaşkanı- sevinçle ürperdi.
Büyücü Kral’ın şu ana kadar hiçbir şey yapmadığı doğruydu. Yine de
yaşayanlardan nefret eden namevt varlıklar sokaklarında yürürlerken rahat
hissedemezlerdi.
Burada toplanan kişiler şehrin ve halkın korunması için
toplanmıştı. Bu sebepten dolayı da bir harekete girişmeden önce olabilecek en
kötü şeyleri düşünmeleri gerekiyordu. Örnek olarak, Büyücü Kral birden şiddete
yönelebilir ve çocukları katletmeye başlayabiliriz. Bu endişeler tüm gün
boyunca onları yiyip bitirmişti ve buna karşı birçok karşı hareket ve faydalı teklif
düşünmüşlerdi.
Bıyık altından tartıştıkları şey de artık burada
olmadığına göre omuzlarındaki yükü atmak ve keyif çatmanın nesi yanlıştı?
“Şarap
getirin! Şarap getirin!”
Tıpkı kurumuş toprakların yağmura ihtiyacı olduğu gibi,
alkol de yorulmuş ruhların iyileşmesi için gerekliydi.
Buna kimse karşı çıkamazdı.
“Yine
de, geri dönecek değil mi?”
Hava birden kasvetleşti ve yüzleri düştü.
Hevesleri birden yerle bir olmuştu.
“Kaçmalı
mıyız?”
“Nereye
gideceğiz ki? Eğer onunla antlaşma imzaladıktan sonra kaçarsak... Ayrıca ondan
bizim için Kraliyet Başkenti’ni
geri ele geçirmesini istemedik mi? Eğer biz onun yerinde olsak sinirlenmez
miydik?”
“Eh,
kızabilir elbette... Ancak onun gibi bir varlığa karşı sert bir duruş takınacak
kadar kendime güvenim yok.”
“Ah.
Evet, nasıl hissettiğini anlıyorum.”
“Cidden
hiçbir sorun yok mu yani? Gururunuza ne oldu, Tüccar Loncabaşkanı?”
“Ah, onunla adil bir antlaşma yapabilecek konumda
değiliz ya. Genelde antlaşmalar eşit şartlar altında olan iki grup arasında
yapılır, değil mi? Bu yüzden de sizden çok çok daha güçlü biriyle antlaşma
yapmak fiilen imkansızdır.”
Cüceler koro halinde iç çekti.
Buradaki kimse Büyücü Kral’ın, Kraliyet Başkenti’ni ele geçirmekte
başarısız olacağını düşünmüyordu. Geride bıraktığı büyülü hayvanlara bakınca o
kadarı belliydi. Ve bir de karşısına çıkacak bir Ejderha olduğunu bildiği halde
bu yaratıkları bırakacak lüksü vardı.
“Pekala,
konuyu değiştirelim o zaman. Ne zaman döneceğini tahmin edebilecek biri var mı?”
“Biz
nereden bilelim? Adama gidip soramazdık ya. Şu anda birden belirip “Şimdi,” dese altıma işerim resmen.”
Bunlar utanç dolu sözlerdi ancak cücelerden hiçbiri
gülmemişti.
“Elden
bir şey gelmez. Eğer bana da yapsaydı ben de altıma işerdim.”
“Ben
de aynı şekilde. Hatta ben altıma bile sıçardım.”
Bu kaba konuşmalar eşliğinde birbirlerine baktılar.
“Yeni
bir şey öğrendik mi? O Gondo denen herif ile ilgili bir şey biliyor muyuz?”
“Hayır,
hiçbir şey bilmiyoruz. Sadece ründemircilerini topluyormuş.”
“Ründemircileri
mi? Büyü Krallığı’na
gitmekle bir ilgisi falan mı var yoksa?”
“Kim
bilir? Neden onlardan birini çağırıp bunu sormuyoruz?”
“İyi
bir fikir, ancak bu, amacımızı Majestelerine belli etmez mi? Acele bir şekilde
hareket etmek çok tehlikeli olur. Sonuçta sadece bir aptal ısınmış bir potaya
dokunur.”
“Eğer
durum buysa o zaman ründemircilerimize, Büyü Krallığı’na gitmelerini istediğimizi
söylemeliyiz. Ardından normal bir şekilde sorabiliriz. Buna ne dersiniz?”
“Ben
onu yapacak yetenekte olduğuma pek emin değilim.”
Cüceler de cevap olarak “Ben de,” diye mırıldandı.
“Pekala,
o zaman ona sormak konusunu unutalım. Gereksiz delikler kazıp ölümümüze
düşmemiz çok aptalca olur.”
Herkes bunu kabul etti. Eğer çok abartacak kadar Ainz ile
oynaşırlarsa çok fazla can kaybı olabilirdi.
“O
zaman burada olmayan iki kişiyi yarının işleri hakkında ve demircilere müdahale
etmemeleri hakkında bilgilendirelim. Başkomutanın daha sonradan geleceğini
duymuştum, peki ya dökümcübaşı?”
“Ben
gideceğim o zaman,” dedi
Kabine Sekreteri. “Üreteceği
şaheser hakkında oldukça meraklıyım. Ayrıca Büyücü Kral’ın ona ne çeşit bir metal
verdiğini de merak ediyorum.”
“Sadece
nadir bir metal olduğunu söyledi, ancak adamantitten daha nadiri yok herhalde,
değil mi?”
“O
zaman büyük ihtimalle orichalcum’dur herhalde?”
Cüceler bir yer altı ırkıydı. Mesleklerinin metalurji ile
ilgisi olmasa bile hiç görmedikleri metaller hakkında oldukça ilgili olurlardı.
“Keşke
onu yakalayıp bize göstermesini sağlayabilseydik. Bu sıralar çok meşgul değil
mi?”
Büyücü Kral’dan metali aldıktan hemen sonra Dökümcübaşı, aceleyle
atölyesine geri dönmüştü. Herkes bu acelenin sebebini biliyordu ve bu yüzden
onu durdurmaya çalışmadılar.
“Eh,
büyük ihtimalle yaptığı şey yoldadır. Bir zincir gömlek yapmak fazladan birkaç
ilmekle sonuçlanabilir o yüzden belki biz de onlardan birkaç tane ödünç
almalıyız.”
Koro halinde bir onaylamadan sonra Konsey toplantısı
bitmişti.
Bundan sonra yorgun bedenlerini dinlendirdiler, ancak
cüceler bir ara vermekten bahsederken bile içme partileri veren bir ırktı.
“Şarap
özellikle atölyedeyken daha tatlıdır,” dediler yüksek alkolü içkilerini devirirken. Tüm bunların
arasında, Kabine Sekreteri, gizlice şu anda resmen bir meyhaneye çevrilmiş
toplantı odasından çıktı.
Elbette ki Dökümcübaşı ile konuşmaya gidiyordu.
Dökümcübaşı’nın atölyesi, cüce ulusunun demirciliğinden sorumlu olan
birine yaraşır bir biçimde oldukça büyüktü.
Büyük ihtimalle Feoh Gēr’deki en büyük binalardan biriydi. Birçok cüce zanaatkarını
bünyesinde bulunduruyordu ve adamantiti bile eritebilecek bir ısı vardı ve
örsleri döven çekiçler hiç durmazdı.
Ancak bugün Kabine Sekreteri’nin tüylerini diken diken edecek
bir şekilde sessizdi.
Döküm potalarının yandığından emindi.
Bunun sebebi, yaklaştıkça bile gelen ısıyı hissetmesiydi.
Bu durumda neden sessizdi ki?
Kabine Sekreteri sanki rahatsızlığı onu harekete geçirmiş
gibi hızını artırdı.
Buraya daha önceden gelmişti, o yüzden demircilerin
çalışması gerektiği potaların yönüne doğru gittiğinden emindi.
Tanıdık demircilerin yüzünü gördü.
Kendini tutamayarak rahatlayıcı bir nefes verdi. Ancak
demircilerin yüzlerindeki endişeli ifadelerle bir yere baktıklarını görünce
bakışlarını, çevirdi ve kalbindeki huzursuzluk tekrar baş gösterdi.
“Sorun
ne?”
Seslendiği sırada demircilerin gözleri, sanki
kurtarıcıları gelmiş gibi ona doğru döndü.
“Kendini
oraya kitledi ve çıkmayı reddediyor.”
Bu dev potaların yanı sıra, Dökümcübaşı’nın özel olarak kullanması için
özel bir atlöye daha vardı Her ne kadar çok küçük olsa da. Dökümcübaşı kararlı
bir işçiydi ve önemli projeleri teslim edeceği zaman kendini içeri kitler ve
birkaç boyunca dışarı çıkmazdı.
Bu oldukça yaygın bir şeydi. Dökümcübaşı’nın altında çalışan demircilerin
suratında bu kadar stresli bir bakış olmaması gerekiyordu.
“Ee
bu çok garip değil ki?”
“Kendini
sıkça kilitlediği doğru... Ama hiç çekiç sesi gelmiyor. Ve neredeyse yarım
gün... Hayır, neredeyse bir gün oldu.”
“Belki
de tasarım için plan çiziyordur?”
“Bu
daha önce hiç olmamıştı.”
Kabine Sekreteri sakalını okşadı.
Bunu çok şaşırtıcı bulmuyordu. Ancak eğer dökümcülerin
hepsi de aynı şekilde hissediyorsa acil bir durum olmalıydı.
“Neden
kapıyı açmıyorsunuz o zaman? Kilitli değil mi?”
“Hayır,
kilitli değil. Ancak Dökümcübaşı ne zaman o odaya kapansa başkalarının kapıyı
açmasından nefret eder.”
“Demek
öyle. O zaman benim açmamı istiyorsunuz, değil mi?”
Bu, demirciler için oldukça zor olurdu. Ancak onunla eşit
seviyede olan birinin Dökümcübaşı’nın öfkesine maruz kalmama ihtimali vardı.
Kısa çubuğu çektim
resmen. Eh, elden bir şey gelmez.
“Anlıyorum.
O zaman bu işi bana bırakın. Kendi
girmekte ısrar etti falan derseniz bu işe karışmamış olursunuz.”
Demirciler ona teşekkür ettikten sonra Kabine Sekreteri
ilerledi ve kapıyı tıklattı.
Ancak bir cevap yoktu. Ne kadar tıklatırsa tıklatsın.
En kötüsünden korkarak, tüm gücüyle kapıyı açtı.
