Overlord
Ayaz Ejder Lordu- 17
“Ne demek ‘Ne
demek istiyorsun’? Çoktan söyledim, değil mi?
Ainz-sama, Ölüm Şövalyelerinin Büyük Yarık’tan düşerek
öldüğünü çoktan biliyordu.”
“Haaa?!”
“Haaa... Neden o zaman olanları
düşünmüyorsun? Ainz-sama sana açıklama yaparken Ölüm Şövalyeleri düşerek mi
öldüler diye sormak istemiştim, ama Ainz-sama doğrudan bana baktı ve sessiz
olmamı emretti. Fark etmedin mi? Bize talimat verdiği anda yaşandı bu.”
Shalltear
şaşkın bir biçimde gözlerini kırptı. Efendisinin öyle bir hareket yaptığını görmüştü. İlk başta bunun Aura bir şey
söylemeye çalıştığı için yapıldığını sanmıştı. Ancak Yüce Varlık dahi bir
strateji uzmanıydı, yani Aura’nın açıklaması çok daha
mantıklıydı.
Eğer durum
böyleyse, neden ona tüm bu açıklamaları yapmıştı?
“Bu nasıl bir ifade böyle? Üstüne biraz
kafa yorarsan anlarsın.”
Aura’nın dalgın lafları, Shalltear’ın
kalbini sanki bir girdaba atılmış gibi büzüştürmüştü.
“Yoksa bu... Benim için olabilir mi? Bunu
beni eğitmek için bilerek mi yaptı? Ne demek istiyorsun?”
“...Cevap başka ne olabilir ki? Gelirken
güçlü bir düşman olabileceğini söyledin ve Ainz-sama’ya
bir sürü şey sordun. Eğer Büyük Yarık’a düştüklerini
biliyorsan, niye o kadar çok şey sordun? Ah, bunu Ainz-sama’dan
saklar mısın? Hepsi Ainz-sama’dan şüphe duyduğun
için...”
“Ainz-sama’nın
yeteneklerinden şüphe duyduğumu mu söyledin? Bu nasıl olur?”
Shalltear bir
Yüce Varlık’ın hünerine güvenmediği konusunda sessiz
kalmasını umdu.
“Bunu sır olarak saklayalım. Ainz-sama
bunu senden saklamamı istemişti, o yüzden sen de ağzını açma.”
“Tabii ki.”
Eğer bunun
üzerine sakin kafayla düşünülürse, Aura ölümcül bir günah işlemişti. Bir Yüce
Varlık’ın emirlerini görmezden gelmişti. Ancak bunun
sebebi Shalltear’ın Yüce Varlık’a
saygısızlık edeceğini hissetmesiydi.
Yani Yüce Varlık’a
kabalık eden ben miydim yoksa Aura mıydı? Yoksa ikimiz birden mi? Hım─
Shalltear’ın başı ağrıdı ve kılı kırk yarmayı bırakıp bu sır saklama
mevzusunu bir daha açmamaya karar verdi.
“...Yine de bu da bir saygısızlık işareti
değil mi? Hımm...”
“...Hm ─ Hazır
lafı açılmışken, eğer Ainz-sama’ya boyun eğmezlerse
sayısını 10 bin kişiye indirecekmişiz. Kadınların bir kısmını sağ bırakın dedi,
ama çocukları ne yapacağız?”
“Özellikle belirli bir rakam istedi mi?”
“Ayrıca çocukken metal yiyerek
güçlenmiyorlar mı? Eğer onlara hükmedeceksek, çocukların beynini yıkamak daha
kolay olmaz mı? Shalltear─”
Aura’nın yüzünde kötücül bir gülümseme belirdi.
“Eğer Ainz-sama herhangi bir belirli
talimat vermediyse, o zaman bu bir sınavdır, değil mi? Talimat istemek için
Hanzo’yu gönderebiliriz, ama Ainz-sama bu işi sana
bıraktığını söyledi, değil mi? Yani bence Ainz-sama, senin bu işle nasıl
ilgilendiğini görmek istiyor. Bir Numaralı Kat Gardiyanımız bu görevin icabına
bakabilir mi?”
Shalltear bu
yanıt karşısında gülümsedi. Kendisine emir verildiğinden beri bunu düşünüyordu.
“4 bin erkek ve kadın, ayrıca 2 bin çocuk
yeterli olur.”
“Ha?” Hımm ─ Sanırım. Bu işi baya kolay hallediyorsun ha?”
Aura
sessizleşti ve elini kulağına götürdü. Shalltear onun ne yaptığını biliyordu ve
olabildiğince sessiz kaldı. En nihayetinde çok mutluydu.
“Ah, bir süre evvel büyük bir Quagoa
grubu harekete geçti.”
“Kaçıyorlar mı yoksa güçlerini mi
topluyorlar?”
“Yalnızca sese bakarak tamamen emin
olamam, ama kaçıyor gibi görünmüyor. Daha çok şehrin dışına yayılıyor gibiler.”
Görünüşe göre
burada 80 bin Quagoa var. Yarı insanlar büyüdükçe güçlenen türler. Başka bir
deyişle hepsi askerdi. Eğer 10 bin kişiden fazlasını şehrin içine yollarlarsa,
sayısal avantajları yarıya düşerdi.
İstilacıların
sayısı az olduğundan bir ordu sayılmazlardı, ama çok büyük bir savaş güçleri
vardı. Ejder mevzusu Quagoalara yayılmış olmalı. Eğer öyleyse, daha zeki
insanlar diğerlerini şehirden tahliye etmeye önderlik edecek ve düşmanı bir
savaş için şehre çekecek bir düzen kuracaklar. Eğer düşmanın ufak bir kısmı
şehre girerse, şehri saran Quagoalar ve saldırı dalgaları onları elit savaşçı
ekibi son vuruşu yapana dek yoracaktır. Bu en uygun savaş stratejisi gibi
görünüyordu.
Ne olursa olsun
bu kadar fazla gücü mevzilendirmek için geniş, açık bir alana ihtiyaçları
vardı.
Shalltear da
bunu umuyordu.
“Oradalar. O hâlde pazarlıklara
başlayalım.”
“Tabii ki. Ainz-sama’yı
bekletmemek için sıkı çalışmamız gerek.”
***
60 bin savaşa
hazır Quagoa, vaziyet almış ve düşmanı bekliyordu.
Hamile olmayan
veya çocuğu olmayan kadın Quagoalar da erkekler kadar iyi savaşçılardı, bu
sayede bu kadar çok kişi toplayabilmişlerdi. Tarihte eşi benzeri görülmemiş bir
güç topladıkları hâlde Klan Lordu Pe Riyuro hiç de mutlu değildi.
Bu fazla
tuhaftı. Kraliyet Başkentine giden mağara aniden sisle kaplanmıştı.
Neler oluyordu?
Savaşa hazır
birlikler dizilmeye başladılar, Kraliyet Başkentinin karşısındalardı. Eğer
düşman sayılarından korkup da dışarı çıkmıyorsa, o zaman bu onlar için en iyisi
olurdu. Bu yüzden yanlarına az miktarda erzak almışlardı ve Cüce hazinelerini
geride bırakmışlardı. Düşman salak olmadığı sürece savaşmalarının bir anlamı
yoktu.
Ancak Kraliyet
Başkentinden biri çıktı.
Aralarından
biri kırmızı bir zırh giyiyordu, diğeriyse esmer tenli, Cüce olmayan bir
varlıktı.
Kraliyet
Başkentinin dışındaki Ejderle karşılaşanlara göre ikiden fazla kişi olmalıydı,
fakat hiçbirini göremiyorlardı. Bu ikisi onlar için zaman kazanıyorken hazineyi
götürüyor olmalılar.
“Doğrulamak için soruyorum, bu bir Golem
değil, değil mi?”
“Evet, bir golem değil.”
Yozu’ya göre Golemler, kara zırh giyen uzun heykellerdi. Yani bu
kızıl zırh bambaşka bir şeydi. Ancak─
Belki de bir çeşit Golemdir. Öyle
olduğunu düşünmek daha iyi olur. Yine de neden on binlerce kişilik ordunun
karşısına çıktılar? Hepimizi öldürebilecekleri konusunda kendilerine
güvendikleri için mi? ─ Hayır, bu olamaz. Bu imkânsız.
Riyuto aklına
gelen korkunç görüntü karşısında kafasını salladı.
Karşı taraf bu
tuhaf boyutu yarattığından akla hayale sığmaz bir güçleri olduğunu tahmin
edebiliyordu. Bir Ejdere bile dövüşmeden karşılarında diz çöktürebildiklerine
göre gerçekten güçlü olmalılardı.
Yine de
sayıları 60 binden fazlaydı. Bu yalnızca yüzlerce veya binlerce kişiden tamamen
farklıydı. Bu kadar fazla düşmanla savaşmalarına imkân yoktu.
Ancak eğer
Golemlerse, o zaman bu anlaşılabilirdi.
Golemler canlı
varlıklar gibi yorulmazlardı. Sonsuza dek savaşabilirlerdi ve eğer Riyuro’yu yenebilecek kadar güçlülerse, o zaman teoride buradaki
herkesi öldürebilirlerdi.
Yine de bunlar
yalnızca teorideydi.
Eğer birkaç
Quagoa şans eseri hasar verebilirse, birkaç bin tur dövüşten sonra verecekleri
düşük hasarlar, düşmanı indirmeye yetecekti.
Sayı güçtü. 60
bin kişilik ordusuyla yerde dövüştükleri sürece bir Ejder Lordunu bile
yenebiliyor olmalılardı.
“─Ben gidip şunlarla konuşacağım. Siz
burada bekleyin. Eğer öldürülürsem... O zaman istediğinizi yapın.”
“Çok riskli” dedi
danışmanlarından biri, gayet açık bir gerçeği belirterek.
“...Golemlerle konuşamayız, bu yüzden
yanındakiyle konuşacağım. Eğer hedeflerini öğrenmezsek çok kötü olur.”
Ne olursa olsun
Riyuro, bir konuşma başlatmaya niyetliydi.
Düşman güçlü
olmalıydı. Eğer öyleyse, onlarda amaçlarını sormalıydı. Eğer onlarla
anlaşabilecekse, karşılığında belirli bir bedel ödemeyi sorun etmezdi. Eğer
Ejder Lordunun peşine düşebileceklerse, o zaman onları yeni efendileri olarak
tanımakta bir sorun görmüyordu. Bu imkânsız olsa bile, onlara taraf
değiştirmeleri için Cücelerin ödediğinden daha büyük bir miktar ödeyebilirdi.
“Kimse beni takip etmesin. Eğer tek
seferde çok kişi gidersek onları tetikleyebiliriz.”
Astlarına daha
fazla şey söylemeden öne çıktı.
