Overlord
Ayaz Ejder Lordu- 18
İki
yanındaki astları ayrıldı ve karşı taraf da bir şeyin geldiğini hissediyor
gibiydi. Düşmanın hareketlerini gözlemlemek için durduğunu görebiliyordu.
“Beklettiğim
için özür dilerim.”
İlk
konuşan taraf Riyuro oldu ve sesi düşmanın birbirine bakmasını sağladı.
Etrafına
bakındı. Beklediği gibi etrafta başka kimse yoktu. Ejderle karşılaşan iki kişi
daha vardı ve ikisi de burada değildi.
“Ha?” Sen de kimsin?” diye yanıt verdi
esmer bıcırık.
Kızıl
zırhlı bir Golem gibi görünüyor. Yanındaki insanımsıya kıyasla daha solgun ve
uzun. Yine de ilk bakışta yapay bir varlık olduğunu anlamanın imkânı yoktu ─ çok gerçekçi görünüyordu.
“Bendeniz
Pe Riyuro, burada yaşayan Quagoa Kabilelerinin Lorduyum. Peki ya sizler kimsiniz?”
Bizler
buraya bu topraklara hükmetmek için gelen Yüce Overlordun emri altındayız.”
Konuştu!
Kızıl
zırhlı konuştu. Golemlerin konuşabildiğini duymamıştı, o hâlde onun bir Golem
olmadığı kesindi.
Şaşkınlığını
gizlemeye çalışan Riyuro yanıt verdi:
“Hükmetmek
mi?”
“Doğru.
Lordumuz buraya size boyun eğdirmeye geldi. Karşısında diz çökün ve eğilin.”
O hâlde ne yapmalıyım? Riyuro çabucak düşündü.
Yeni
bir hükümdara boyun eğmeyi sıkıntı etmezdi. Yapmaları gereken tek şey o hükümdarın
altında gelişip ona darbe yapmaktı.
Esas
sorun, güçlerini bilmeden onlara boyun eğememeleriydi. O Ejdere diz çöktürmüş
olabilirlerdi, ama o Ejder, Ejder Lordu değildi. Bildiği kadarıyla diz
çöktükten sonra Ejder Lorduyla dövüşebilirlerdi.
“...Sizden
iki kişi daha vardı. Onlara ne oldu?”
“Orası
seni ilgilendirmez. Yalnızca boyunduruğumuz altına girmeyi kabul ediyor musun
etmiyor musun onu söyle.”
Ona
hiçbir şey açıklamıyorlardı. Yani düşmanın niyetini soruşturmak ─ gerçekten dövüşmeye niyetleri var mı yok mu görmek ─ çok önemliydi.
“...Bize
hükmetmek istediğinizi söylüyorsunuz. Ancak gücünüzü bilmeden bu teklifi kabul
etmek bizim için çok zor. Bu size mantıklı geliyor mu?”
Başka
bir deyişle “eğer bana ne kadar güçlü olduğunuzu
söylerseniz, size boyun eğmeyi umursamam” demeye
çalışıyordu. Ancak ikisi yalnızca
birbirlerine baktılar ve omuz silktiler.
“Demek
öyle. Bize verilen emirler eğer boyun eğmeyi kabul etmezseniz sayınızı
azaltmamız ve sizi boyun eğmeye zorlamamız yönünde. Ardından geriye 4000 erkek,
4000 bin kadın ve 2000 çocuk kalana kadar öldüreceksiniz. Kimin daha değerli
olduğunu ayırt edebilirsiniz, değil mi?”
“Sonra
sizden geriye 10 bin kişi kalınca, sizi ülkemiz Büyü Krallığı’na
geri götüreceğiz ve orada çalıştırılacaksınız.”
Kabile
Lordu aniden korkmaya başladı.
Bunun
sebebi mesajın gaddarlığı değildi. Bu mesajı verirken içinde biraz bile kibir
bulunmayan ses tonlarıydı.
Bu
ikisinin bunu gerçekten yapabileceğini hissetti.
Evet.
Bu
ikisi 60 bin kişiden daha büyük bir orduyu gebertebilir.
Deliler
miydi? Kendilerine fazla mı güveniyorlardı? Yoksa─
Bu
inanılmaz tavır, Riyuro’ya daha sonra ne yapacağını
şaşırttı.
Böyle
çılgınca emirlere uymalarına imkân yoktu.
Belki
de tarafından düşmanlık sezmiş olacaklardı ki ikili birbirlerine baktı ve
yüzlerinde çarpık bir gülümseme belirdi.
Cüceler
kıllıydı, bu yüzden onları anlayabiliyordu. Bu iki kaşının başlarının tepesi
dışında hiçbir yerinde kıl yoktu, bu yüzden ifadelerini okuyamıyordu. İki
farklı tür arasında büyük bir fark vardı.
“D-Durun─”
Onlardan
bekleme istediğini tamamlayamadı.
“─O
hâlde sayınızı makul bir seviyeye düşürmeye başlayacağız. Bu yüzden
kıyafetlerinizi başka kimseye vermeyin.”
Quagoalar
aslında kıyafet giymiyorlardı. Tepeden tırnağa tüylerle kaplıydılar çünkü.
Ancak
bir kralın otoritesini göstermesi gerekirdi, bu yüzden kendisini diğerlerinden
kolayca ayıracak bir şeye ihtiyacı vardı. Bu yüzden Cüceler tarafından yapılmış
ve üzerinde Kabile Lordunun mührünü bulunduran kıyafeti ve tacı giyiyordu. Aynı
zamanda diğerlerinin de kendisinin dublörü olarak davranması için giymelerine
izin veriyordu ki diğer ırktan düşmanları kandırabilsin.
Bu
planı öngörüp şimdiden önünü kesmeye mi çalıştılar?
Düşmanı
sakat bırakmak için liderlerini gebertmek, en belirgin zafer şartıydı. Ancak
neden böyle yapmamışlardı?
Hayır, durum bu değildi.
Bunun başka bir sebebi olmalı... Yoksa... Öyle olmalı. Beni öldürmeye
çalışmıyorlar, beni kazara öldürmemeye çalışıyorlar!
Türler
arasındaki fark gitgide açılıyordu. Ancak kıyafetlerini giydiği sürece Kabile
Lordunun kim olduğunu anlayabilir ve onu sağ bırakabilirlerdi. Bu kibirli
duyurunun anlamı buydu.
“O
hâlde senin geri dönme vaktin gelmedi mi? Sizin taraf bize doğru harekete
geçtiğinde başlayacağız. Eğer hayatta kalmasını istediklerinizi önceden
seçerseniz iyi olur.”
“Hemen
geri dön bakalım.”
Ona
veda ettiler ve geri dönmesi gerektiğini ima ettiler. Başka bir deyişle daha
fazla konuşmanın gereği yoktu.
Bu
beklentilerinden çok daha farklıydı.
Onlara diz çökmeye niyetli
olduğumu söyledim, ama neden biraz imtiyaz vermediler? Bunu yapmak istemiyorlar
bile... Yani hayatlarımızı değersiz mi görüyorlar?..
Bu
kibrin karşısında Kabile Lordu, kalbindeki dehşeti bastırmakta zorlandı.
Ne olursa olsun... 60 bin
kişiyi 10 bine düşüremezler. Evet. Sebebi bu olmalı. Güçlerimizi gördükten
sonra kafayı sıyırmış olmalılar!
Normal
şartlar altında bu düşünce doğru olurdu. Ejderler bile bu kadar büyük bir
miktarı düşüremezdi.
O
an Kabile Lordu bir şeyi fark etti.
Yoksa vur kaç yapmayı mı
planlıyorlar?
Eğer
Ejderler gibi savaşacaklarsa, o zaman bu baya sıkıntı olur.
Böyle
açık bir alanda bunu yapmak, zararlı olur.
O
hâlde güçlerini yerleşim bölgesine geri mi çekmeliydi?
Ancak
bu da tehlikeli olurdu. Eğer düşman binaları yok edebiliyorsa bu, evlerine
büyük hasar verirdi. En nihayetinde burası savaşabilecekleri tek yerdi.
Birliklerine
geri döndükten sonra Kabile Lordu astlarını yanına topladı.
“O
bir Golem miydi? ...Neler oldu? Çok rahatsız görünüyorsun.”
İfadesi
diğer ikisini korkutmuş olmalıydı. Kabile Lordu yüzüne vurdu ve emirlerini
verdi.
“Ahh...
Ne olur ne olmaz diye Mavi ve Kırmızı Quagoayı toplayın.”
“Şahsi
muhafızlarınız mı olacaklar?”
“Yalnızca
o yüzden değil. Kabiledeki bütün istisnai şahısları bir araya toplayın.”
***
Riyuro
yüksek sesle bağırdı. Bu Kabile Lordu pozisyonuna geldiğinde edindiği bir
bağırıştı. On bin kişiden daha büyük ordusunun çığlıkla beraber düşmanın üstüne
atladığını görünce biraz tatmin oldu. Ancak bu saldırının sonuçları
izlenmeyecek kadar kötüydü. Tıpkı duvara çarpan bir su akıntısı gibi, saldıran
askerler görünmez bir bariyere çarpıyordu ve uçuyorlardı.
Sağa
sola çarpan şey su değil, Quagoa veya eskiden Quagoa olan şeylerdi. Böyle bir
görüntünün Ejderler veya Devlerle kapışırken oluşması daha mantıklı olurdu, ama
rakipleri Quagoalardan bile küçük varlıklardı.
“Uçuyorlar...” dedi astlarından biri kendi kendine.
Bu
bir metafor değildi. Saldıran Quagoalar kelimenin tam anlamıyla havaya
uçuruluyordu. Üstelik tek tek de değildi. Düzinelercesi tek seferde
uçuruluyordu.
Toz
hâline gelen cesetlerin et parçaları toz hâlinde yoldaşlarının üstüne
yağıyordu. Üstü başı et olmuş birlikler saldırılarına devam ettiler ve daha
fazla et, yoldaşlarının üstüne düşmeye devam etti. Bu resmen kâbuslardan çıkma
bir görüntüydü.

