Overlord
Ayaz Ejder Lordu- 19
Nedense
hiç kan akmasını görmemeleri durumu daha da sürreal bir hâle getiriyordu.
“N-Ne?
Bu da ne böyle?!”
Riyuro’nun, danışmanının inlemelerine verecek cevabı yoktu.
Düşünceleri ağzından kelime olarak döküldü.
“Bu
kadar...”
“Kabile
Lordum! Bu da nedir?! Daha önce gördüğümüz Golemlere hiç benzemiyorlar!”
Üstlerine
gelen bütün Quagoaları tek bir darbeyle uçuruyorlar. Bu artık bir savaş
değildi. Katliam bile değildi. Bu resmen yok etmekti. Nüfuzlarını artırmak için
topladığı yoldaşları artık resmen çöp gibi sağa sola atılıyordu.
“K-Kaçmamız
gerek!”
“Nereye
kaçacaksın?!”
Panikleyen
astlarına bağırdı.
“Bu
tuhaf boyutta nereye kaçabilirsin?! Bu insanlar bizi geriye 10 bin kişi kalana
kadar geberteceğini söyledi!”
Astlarının
söyleyecek lafı yoktu.
Bu
ezici, canavarımsı gücü gördükten sonra düşmanlarının bir şaka olmadığını
anladılar. İnanması çok zordu, fakat inanmaktan başka çareleri de yoktu. 80 bin
sakinden yalnızca 10 bini hayatta kalacaktı.
Şimdi
onlardan af dilemek istiyordu, ama o ikisinin gözünde biraz bile cana yakınlık
yoktu. Ejder Lordunun gözleri bile daha şefkatli bakıyordu.
Sayımızı 10 bine düşürme
tekliflerini değiştirmeye hiç niyetleri yok.
“Bu
imkânsız! Kabile Lordum! Bunlar da kim böyle? Cüceler buraya ne getirdiler
böyle?!”
“Bu
minik insanlar neden bu kadar güçlüler?..”
Danışmanlarını
dinlerken, bir ilham ışığı Riyuro’ya çarptı.
“Yoksa
o kızıl zırhlı çocuk bir Cüce silahı mı? Golemlerin yok edileceğini
bildiklerinden daha güçlü bir şey mi yolladılar?”
“...Yani
eğer onu yenersek, bundan da güçlü bir şey mi yollayacaklar?”
Adamlarının
ağlamaları yeri göğü inletiyordu. Yalnızca Riyuro’nun
çevresindekiler sessizdi.
“Adamlarımızı
geri çekelim─”
“Dur!
Savaşmaları gerek! Başka çaremiz yok! Ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar, eninde
sonunda yorulacaklar! Bu olduğunda da artık silahlarını sallayamayana kadar
bekleyeceğiz, sonra da onları anlaşma yapmaya ikna edip onlardan af
dileyeceğiz!”
“A-Anladım...
Ama gerçekten yorulacaklar mı?”
Riyuro’nun içten içe düşündüğü bir şeyi dillendirmişti. Ancak─
“Ne
olursa olsun, canlı oldukları sürece yorulmaları gerek. Bizden daha dayanıklı
olabilirler, ama elbet yorulacaklardır. O zamana kadar silahlarını sallatmaya
devam edin! ...Yorulmasalar bile, öldürmekten sıkıldıklarında bir şeyler
görüşebiliriz.”
Kabile
Lordu sonraki sözlerini söylemeye çekiniyordu, ama söylemesi gerekiyordu.
“Ayrıca
savaşsak bile kazanamayız! Böyle bir canavara karşı olmaz.”
Adamlarının
morali kaçacak kadar bozulmayacaktı. Riyuro’nun
adamlarını saldırıya geçirmek için attığı çığlık, adamlarını korku nedir bilmez
bir hâle sokmuştu. Tıpkı Vahşi Savaşçıların kafayı yeme hâllerinde olduğu gibi
saldırı güçleri artmıştı, ama savunmaları düşmüştü. Daha da önemlisi korku etkilerine
karşı bağışıklıkları vardı. Ancak Kabile Lordunun emirlerine ne olursa olsun
karşı gelememeleri, iki ucu keskin bir kılıç gibiydi.
Büyük
asker yığını, arkasına bile bakmadan saldırmaya devam etti ve sayıları yarı
yarıya o kadar çabuk düşmüştü ki, gören kimse inanmazdı.
Şu
an kimsenin konuşacak gücü yoktu.
Karşılarında
bir trajedi yaşanıyordu ve bu kalplerini sarsıntıya uğratan tek bir kişinin
işiydi.
Tek
bir kişi hariç.
O
kişi Riyuro’ydu ve kalan son cesaretini de topladı.
“Siz
seçilmiş kahramanlar!”
Sesini
yükseltemiyordu.
Riyuro
karşısında Kırmızı ve Mavi Quagoaları ve özel yetenekleri olan diğer Quagoaları
gördü. Hepsi kabilenin en güçlü dövüş birliğini oluşturmuştu.
Hiçbirinin
Riyuro’nun çığlığına cevap vermeme sebebi, hepsinin
kızıl zırhlıyı gözlerinde umutsuzlukla izliyor oluşuydu.
Onlar
da kazanma şansı olmadığını sezmiş olmalıydı. İlk toplandıklarında gözleri
çakmak çakmak parlıyordu, ama artık gözlerinde sanki ölülerinki gibi hiç ışık
yoktu.
Savunma
güçlerini korumak için onları çıldırtmamayı seçmişti, ama yanlış kararı
vermişti.
Kabile
Lordu yeniden sesini yükseltip onları gaza getirmeyi denedi.
“Sizler
bizim kozumuzsunuz! Düşman yoldaşlarımızın çoğunu öldürdü, yani yorgun
olmalılar! Onlara acı çektirenler siz olacaksınız!”
Yorgun
olmaları gerekiyordu ─ öyle demişti, ama hiç de öyle
görünmüyordu. Kızıl zırhlı, kendisine saldıran tüm Quagoaları kesip, onları
havaya uçurup, tuhaf mızrağımsı silahını durmaksızın savururken hiç de
duracakmış gibi görünmüyordu.
“Evet,
haklısınız! Ne olursa olsun canlılar, yani yorulacaklardır! Yapabilirsiniz!
İlerleyin! Kahramanlarımız!”
Gönlünde
bir umutla Riyuro, o kahramanları yolladı.
Adamlarına
kızıl zırhlıya giden yolu açmalarını emretti. Ardından kahramanlar kızıl
zırhlıya saldıracaktı─
─Riyuro
gözlerini kapattı.
“L-Lordum...
Yüce Kabile Lordumuz...”
Astlarının
titreyen seslerini duyduktan sonra, yavaşça gözlerini açtı.
“Bir...
Bir şey demenize gerek yok. Biliyorum. B-Ben de gördüm...”
Hiçbir
şey değişmedi. Bu doğruydu. Hiç fark yaratmamıştı.
Tıpkı
sıradan askerler gibi, seçilmiş kahramanlar da parça pinçik olmuş ve et yığını
olarak havaya uçurulmuşlardı. Ve hepsi bir anda yaşanmıştı. Onlar da sıradan
askerlerle aynı kaderi paylaşmıştı.
“Yani...
Yani...”
Riyuro
başka bir şey söyleyemiyordu. Kızıl zırhlının ne olduğunu bilmiyordu, ama bir
Ejderden güçlü olduğu kesindi.
Riyuro
artık hiçbir şey hissedemiyordu. Eğer sessizce zamanın geçmesini beklerse,
sonuç düşmanın istediği gibi olacaktı.
“...
2000 çocuk istediklerini söylediler. O miktarı ayırın.”
“Lordum...”
“...Yapabileceğimiz
hiçbir şey yok. Yalnızca 10 bin kişi kalsak bile, hayatta kaldığımız sürece,
bir gün... Bir gün Quagoayı yeniden büyütebiliriz.”
Kimsenin
Riyuro’nun sözleri karşısında söyleyebilecek bir şeyi
yoktu. Bunun sebebi herkesin bunu içten içe anlamış olmasıydı.
Yapabilecekleri
başka hiçbir şey olmadığının farkındalardı.
Riyuro
çaresizce kafasını öne eğdi. Sanki güvenli bir yerde yürüyormuş da aniden bir
canavar tarafından pusuya düşürülmüş gibiydi.
“O
değil de bu Büyü Krallığı neresi ki? Oranın Cücelerle ne alakası var? Biri
lütfen anlatsın...”
Bu
mırıldanması içten geliyordu.
Her
ne kadar reddetmeye çalışsa da, gözünün önünde yaşanan kıyım ona daha da büyük
bir trajedi yaşanacakmış gibi hissettiriyordu.
Aniden
Quagoa hizmetçilerinin kafesler tuttuğunu gördü. Bunlar yemeklik
kertenkelelerin depolandığı kafeslerdi. Riyuro şimdi bunun sırası olmadığını
biliyordu, ama stresten kafeslere doğru uzandı. Canlı bir kertenkele aldı ve
tam kafasını ısırmak üzereyken, göbeğinde büyük bir acı hissetti, bedeni <
şeklinde büküldü.
Tüm
ırkına boyun eğdirecek mutlak bir hükümdarı yenebilmesine imkân yoktu. Yeniden
gelişebilecekleri fikri o kadar saçmaydı ki buna karşı söyleyebilecek hiçbir
şeyi yoktu. Kaç nesil geçerse geçsin asla bir ayaklanma çıkaramayacaklardı.
Azellisia Sıradağları Quagoaları sonsuza dek heybetli efendilerine hizmet edip
köle olacaktı.
Kertenkele,
Riyuro’nun elinden kayıp kaçtı ve adamlarının bacakları
arasında kayboldu. Riyuro “Ahh” diye
ses çıkardı, fakat bu bir çığlıktan çok bir iç çekmeydi. Ardından bayıldı ve
kederden ağlamaya başladı.
“Madem
o kadar güçlüydünüz, en başta söyleseydiniz ya! Neden? Neden bana
söylemediniz?!”
Halkı
tarafından tarihlerinin en büyük hükümdarı olarak görülen Quagoa Lordunun
inlemeleri, kendi askerlerinin öldürdüğü çocuklarının çığlıklarına karıştı.
