Overlord
Savaş Hazırlıkları - 3
Gazef ana kapıdan geçti ve şehrin dış halkasında bulunan
bölük ahırlarına vardı. Aklındaki yorgunluğu atmak için derin bir şekilde iç
geçirdi.
Yorulmuştu.
Az önce katıldığı toplantı ona net bir şekilde halk
tabakasından gelen sıradan biri olduğunu fark etmesini sağlamıştı.
Kral’ın yanında durarak soyluların toplumuna girdikçe böyle
düşünmelerini daha iyi anlar olmuştu.
Yine de bazen sadece soyluların anlayabileceği sözlerle ve
tutumlarla da karşılaşıyordu. Gazef neden böyle düşündüklerini anlayamıyordu.
Özellikle somut kazançlardan çok kendi soyluluk onurlarına verdikleri değeri.
Hayır, bundan da garip olan şey birinin kendi halkından çok
kendi onuruna önem vermesiydi.
Gazef yavaşça etrafına bakındı.
Askerler sağa sola koştururken bir yandan bağırıp çağırıyordu.
Bunlar halktı. Krallık’taki köylerden savaşmak için toplanmış halk. Asker
olarak pek sağlam görünmüyorlardı. Elleri kılıç değil, tırpan ve kürek tutmaya
alışmıştı.
Onları korumak, onları yöneten kişilerin görevi olmalıydı.
Eğer E-Rantel’i vermiş olsalardı tıpkı Kral’ın dediği gibi
şehirde yaşayanlara acı çektirmiş olurlardı.
Ancak…
Gazef, garip maske giyen Ainz Ooal Gown’un görüntüsünü
anımsadı.
Carne Köyü’ne alacakaranlıktan sonra varmıştı ve büyük bir
savaş izi yoktu.
Doğruydu. O ikisi, Gazef’i ve birliğini yok etmiş düşmanları
kolaylıkla yenmişti.
Cidden de bir Büyücü Kral idi. Bu lakap o geceden sonra
eşsiz görüntüsüyle bir olmuştu.
Onunla doğrudan savaşmak aptallık olurdu. Daha doğrusu,
insanların acı çekmesine sebep olurdu.
“Siktir!”
Gazef bir cevap bulamayınca havaya küfür savurmuştu. Ne
yapmalıydı? Savaş alanında kafa karışıklığı yaşamak direkt olarak ölmek
demekti. Bölgesindeki en güçlü adam olarak anılan biri bile odaklanamazsa
ölebilirdi.
Rakibi Ainz Ooal Gown olduğunda bu çok daha kesindi.
Carne Köyü’nün kurtulduğu savaşa bizzat tanık olmadığı
doğruydu. Ve Ainz Ooal Gown da kazandığını söylememişti. Onları kaçırdığını
söylemişti.
Ama herhangi biri bunun bariz bir yalan olduğunu
anlayabilirdi.
“Konusu açılmışken… Neden kaçtıklarına dair yalan söyledi
ki?”
Ainz ve Albedo ayrıldıktan sonra savaştıkları bölgeye gitmiş
ve bir katliama dair hiçbir iz bulamamıştı. Tek bir ceset bile yoktu. Onlarca
cesedi gömmek de çok zaman alırdı. Cesetler, yani fiziksel kanıtlar olmadan
“kaçtılar” sözü doğruluk kazanıyordu.
Ancak bu Ainz Ooal Gown’un bir büyü kullanmadığını
varsayınca doğruydu. Ya cesetleri yok eden ya da başka yere gönderen bir büyü
kullandıysa?
Ayrıca Gazef’in sezgileri de kaçtıklarına inanmıyordu.
Bunlar sadece bir savaşçının sezgileri olsa da Ainz’in
yaralanmamış hâlde köye döndüğünü görünce adamdan yayılan keskin ölüm kokusunu
alabilmişti.
Kaçmaktan çok, “kaçırmış” idi.
Bu yüzden Gazef, Ainz’in söylediklerine dair olan
içgüdülerini güveniyordu. Bir dayanağı ya da kanıtı yoktu. Günışığı Yazıtı’nın cesetleri
hiçbir yerde bulunamamıştı ve büyük ihtimalle de ölüydüler.
“…Anlamıyorum…”
Gazef’i yenen kişileri kolaylıkla yenebilecek bir büyü
kullanıcısıydı.
Ne kadar güçlüydü? Gazef’in ve savaşçı ekibinin birkaç
seviye üstünde olduğu kesindi.
Öyle bir varlık savaş alanında ortaya çıkıp büyüsünü
kullanırsa ne olurdu?
Gazef bir kez daha insanlara baktı. Heyecan, korku,
umutsuzluk ve üzüntü ile dolulardı.
İki büyü kullanıcısı aynı seviye bir büyü kullandığında,
güçlü olan büyü kullanıcısının büyüsü doğal olarak daha yıkıcı olurdu.
O zaman Ainz Ooal Gown [Alev Topu] kullanırsa ne olurdu?
Çocuklarını koruyan babalar, hasta anne babasına bakan
çocuklar, evlenmek üzere olan gençler… Hepsi ailelerini bırakarak buraya
gelmişti. Böyle kişiler, o denli bir saldırıya nasıl dayanabilirdi?
Bu imkansızdı değil mi?
O büyük büyü kullanıcısının tek bir büyü darbesi ile işleri
biterdi.
Eğer bir alev büyüsü ise yanmış cesetlere dönüşürlerdi. Eğer
buz büyüsü ise donmuş cesetlere. Yıldırım büyüsü ise yine yanmış cesetlere
dönüşürlerdi. Burası kesindi.
Peki ya Gazef? O dayanabilir miydi?
Ölmeden bir darbe alabileceğine kesinlikle emindi.
Fakat böyle düşünmek çok safça olurdu.
“Ahh… Neden her şey bu noktaya geldi?”
Ainz Ooal Gown’a karşı savaşmak kesinlikle bir hataydı.
Gazef, Carne Köyü’nü kurtarması sebebiyle Ainz Ooal Gown’un
merhametsiz biri olmadığını hissetmişti. Yine de adamın sıradan, iyi ve
merhametli biri olmadığını da sezmişti. Kafasında oluşan Ainz, rakiplerine
hiçbir şekilde merhamet göstermeyen biriydi.
Onunla anlaşmazlığa düşmekten kaçınmalı ve ona kibar davranmalıydılar.
Ondan sonra belki farklı bir bölge seçmeye razı olabilirdi.
Gazef etrafındaki insanlara baktıkça kalbini ağır bir his
kapladı. Göz ucuyla beyaz zırhlı bir genç gördü. Onun yanında ise havada
süzülürmüşçesine duran bir kılıç ustası vardı. Bunlar Climb ve Brain idi.
Arkalarında üçüncü bir kişi daha vardı ve üçü istekli bir
şekilde bir şeyler konuşuyordu.
“O da kim? Daha önce görmüş gibiyim sanki… Ah! Marki
Raeven’ın altında çalışan eski orichalcum seviyesindeki bir maceracı.”
Gazef bu eski maceracı grubuna aşinaydı. Onlar da sıradan
halkın umutlarını bağladığı halk arasından çıkma kişilerdi. Bazıları yaşça
Gazef’ten bile büyüktü.
Görevi kötü ruhlu canavarla savaşmak olan, Ateş Tanrısı’nın
paladini Kötülük Biçici Boris Axelson 41 yaşındaydı.
Her savaşçıyla boy ölçebilecek bir savaşçı rahip olan,
Rüzgar Tanrısı’nın rahibi Yorlan Dixgort 46 yaşındaydı.
Dans eden kılıçları kendi dört kılıçlı stiline uyarlamış
olan Francen 39 yaşındaydı.
Kendi ismini taşıyan birkaç büyü yaratmış bilgin bir büyücü
olan Lundquist 45 yaşındaydı.
Ve sonuncuları, “Görünmeyen” olarak bilinen hırsız
Lockmeyer, 40 yaşındaydı.
Gazef parmaklarıyla sayarken onları hatırlandı. Climb ile
konuşan kişi hırsız olan Lockmeyer idi. Şeytani kargaşa sırasında Climb ve
Brain ile çalışıp insanları korumak için düşman bölgesini ele geçirmişti.
Gazef’i fark etmişe benzemiyorlardı. Ancak konuşmalarını
bölmek de saygısızca olurdu.
Fakat onlara selam vermemek de kabaca olurdu. Ayrıca yakında
savaş alanına gideceklerdi. Onların savaşa girme şansları düşük olsa da Kral’ı
koruyacak olmaları düşünüldüğünde ne olacağını kimse bilemezdi.
Bu, birbirlerini son görüşleri bile olabilirdi.
Mümkünse ikisiyle özel olarak konuşmak istiyordu. Birden
sanki evren bu isteğini duymuşçasına Lockmeyer ikisine el salladı ve
yanlarından ayrıldı.
Climb ve Brain yalnız kalmışlardı ve gülüyorlardı.
Şeytani kargaşa sırasında ikisi arasındaki bağlar iyice
kuvvetlenmişti. Arkadaş, öğretmen/öğrenci ya da yoldaş. Hangisi olursa olsun
karışık ve karşılıklı bir ilişkileri vardı.
Bu ilişkilerinden dolayı da Brain, Prenses Renner’ın altında
bir asker ve Climb ile yoldaş olmuştu.
Gazef, ona meydan okuyan birinin başka biri tarafından
kapılmasına böyle izin verdiği için pişmanlık hissetti.
Yine de ikisini izlerken sakin olmayı başarabildi.
Gazef ikiliye yaklaşırken gülümsedi.
Yine de çok şaşalı bir
zırh. Başkentten bir sorun olmaz fakat savaş alanında fark edilmesi çok kolay
olur. Climb’ı bu konuda uyarmalı mıyım?
Savaş alanında birçok asker olurdu fakat Climb tam plaka
zırh kuşandığı için onlardan farklı görünüyordu. Ayrıca zırhı göze batacak bir
şekilde beyaza boyanmıştı. Okçular ve süvariler onu hedef olarak görebilirdi.
Climb’ın şansı ortalama İmparatorluk şövalyelerine karşı yüksek olsa da yine de
ondan güçlü olan savaşçılar da vardı. İmparatorluk’un Dört Şövalyesi bunun bir
örneğiydi.
Eğer yanılmıyorsam ona
bu zırhı veren kişi Renner-sama idi. Eğer o renkte yaptırdıysa savaş alanı
hakkında çok bir bilgi sahibi değil demektir.
Taktikleri iyi olabilirdi fakat görünüşe göre savaş alanının
gerçekliği hakkında hiçbir şey bilmiyordu.
Eğer Climb ölürse
Prenses üzülür.
Büyülü boyalarla zırhların rengini geçici olarak değiştirip
başkente döndüklerinde geri eski hâline getirebilirlerdi.
Aklında bu düşüncelerle ikiliye arkadan yaklaştı. Brain
kafasını döndürdü. Eli çoktan katanasının kabzasında hazır bekliyordu.
Brain’den beklenildiği
gibi. Böylesine bir mesafeden bile beni fark etti.
Sahibi yürürken metal zırhları ses çıkarırdı. İnsanların
yakınına geldiğinde bu sesi duyup dönmeleri oldukça doğaldı.
Fakat şu anda savaş hazırlığı içinde olan onlarca insan
vardı. Bu yaygara arasında bunu fark etmek çok zor olurdu. Tabii ki bu bir
hırsız için farklıydı, özellikle de özel bir eğitimden geçmiş bir hırsız için.
Brain’in gözleri fal taşı gibi açıldı. Climb’a baktı ve
sanki ona eşek şakası yapmışçasına tebessüm etti.
Gazef de aynı şekilde tebessüm etti ve hâlâ onu fark etmemiş
olan Climb’a doğru ses çıkartmadan ilerlemeye çalıştı. Sessizce yürümek için
eğitim almamış ve metal bir zırh giymiş olmasına rağmen Climb hâlâ onu fark
etmemişti ve Brain ile bir şeyler konuşuyordu.
Amacı Climb’ın arkasına fark edilmeden gitmekti. Başarılı
oldu da.
Gazef elini bir karatecinin önündeki tahtaları kırmak için
yaptığı gibi Climb’ın kafasına indirdi.
“Ahh!”
Climb bir erkeğe yakışmayan bir şekilde sızlanarak
sendeledi. Gözler, Gazef’i fark edince açıldı.
“Bu! Bu Strono—“
“Sessiz ol.”
Climb henüz kuramadığı cümleyi yutarken Gazef devam etti.
“Sessiz ol. Burada kim olduğumu söylemek bela çıkarabilir.
Sadece Gazef diye seslen.”
Krallık’taki en güçlü adam, Savaşçı Kaptan olmasına rağmen
taşradan gelen köylülerin çoğu onun nasıl göründüğünü bilmiyordu. Zihinlerinde
Savaşçı Kaptan büyük ihtimalle iki metre uzunluğunda, kocaman bir kılıç
taşıyan, altından zırhı olan bir adamdı.
Gazef onların bu beklentisini boşa çıkarmak istemedi. Ayrıca
dikkat çekmek sinir bozucu olurdu.
“Bilgisizliğim i-için ö-özür d—“
“Hayır, sen yanlış bir şey yapmadın,” dedi Gazef, Climb’ın
özrünü alaycı bir gülümsemeyle keserken. Ardından gülümsemesine farklı bir
anlam yükledi.
“Yine de söylemem gerekir ki daha fazla tetikte olmalısın.
Sonuçta tüm vücudu plaka zırh ile kaplı biri sana yaklaşırken fark edemedin.
Burada düşman olacağından değil ama olsun.”
“Ne diyorsun Gazef? Gevşemiş olmak kötü değildir. Asıl kötü
olan şey sürekli kasıntı durmaktır.”
“Öyleyse Brain, sen beni nasıl fark ettin?”
“Çok bariz değil mi? Havada garip bir şey vardı.”
Gazef, Climb’ın Brain’e ve kendisine şaşkın gözlerle
baktığını fark etti.
“Climb, Prenses Renner’ın özel koruması olarak böyle
yaklaşanları fark edebilmen lazım. Gizlenmiş bir suikastçiyi gözünden
kaçırırsan mevkin zarar görür.”
“Ah, demek öyle. Amacının ne olduğunu anlamaya çalışıyordum
ben de. Şimdi anladım. Climb-kun, yanılmıyorsam kendin bulduğun bir stil
kullanıyorsun değil mi? O stil hislerini geliştirmeni de kapsıyor mu?”
“Ah, hayır kapsamıyor. Sadece dövüş tekniklerine
odaklanmıştım. Özür dilerim.”
“Sende bir hata görmüyorum. Sadece emin olmak istedim.
Dürüst olmak gerekirse ben de geçmişte öyleydim. Kendi başına çalışırken
hislerine çalışmayı çok fazla unutabiliyor insan. Bu tehlikeli bir huy. Sonuçta
çoğu kez savaşacağın kişi farkında olduğun biri olmayacak.”
Gazef’in yüzü biraz kızarmıştı. Brain’e bakarkenki yüzü “Ona
bunu şimdi söylemek zorunda değildin,” der gibiydi.
Sonuçta bu çalışkan genç savaşçıyı eğitmek bir yandan da
Savaşçı Kaptan’ın göreviydi. Bunu yapamadığı için utanmış hissetti.
Climb da halk tabakasından biri olduğu için soyluların onu
kraliyet ailesine hizmet ederken bocalamasını görmemesi önemliydi. Mesela Gazef
bir maçta Climb’ı yense, soylular Climb’ın Prenses’i korumak için yeterli
olmadığına dair dedikodu yapardı. Tam tersi olup Gazef Climb’a karşı tökezlerse
de dedikoduların yönü bu sefer de Gazef olurdu.
Onun gibi bir adamı küçük bir iyilik yaptı diye övmeye gerek
yoktu. Özellikle de gururla Kral’a hizmet edeceğini söyleyip genç bir savaşçıyı
terk eden bir adam övmeye hiç gerek yoktu.
Hayır, utanç
duymamalıyım. Eğer zaman bulabilseydim—
“Ah, boş ver. Climb’ın zayıflığını benim önümde belirttiğin
için ben de onu doğru eğitmek için elimden geleni yapacağım.”
“Teşekkürler, Gazef-sama.”
“Hayır, eğilmene gerek yok. Sen de tıpkı benim gibi kraliyet
ailesine hizmet ediyorsun. Bu da seni benim astım yapar. Sana yol göstermemiş
olup görevi başkasına devretmiş olsam da. Teşekkür ettiğin kişi böyle biri.”
Climb ona teşekkür ettikçe Gazef kendini daha suçlu
hissetti.
“Soylu toplumunda bir ayağının olması çok boktan bir durum
değil mi? Millet saçma sapan şeylerden dolayı seni kısıtlıyor ve istediğin
hiçbir şeyi yapamıyorsun.”
“Sen de Climb’ın yoldaşı olduğun ve Prenses Renner’ı
koruduğun için onlardan biri değil misin?”
“Ben kuş kadar özgürüm. Şu Prenses-dono’nun uşağı olmak
falan… Hayır. Özür dilerim. Böyle konuşmamalıydım. Prenses’in astı olmak sadece
geçici bir iş. Yorulduğum ya da işimi bitirdiğim an bırakacağım.”
Brain güldü. İfadesi biz güz havası kadar berrak ve serindi.
Gazef’in başkentte hiç göremediği bir ifadeydi bu.
Brain’in böylesine özgür ruhlu biri olmasını kıskanmıştı.
“Konusu açılmışken, senin de bizimle böyle tembel tembel
konuşmanda sıkıntı yok mu Gazef-sama?”
“Şey, aslında biraz meşgul sayılırım ama bir ara vereyim
dedim. Peki siz ikinizin bana ayıracağı biraz zamanı var mı?”
Brain ve Climb, Gazef’in sorusu üzerine birbirine baktı.
“Zaman ayırmak mı?”
“Evet. Çok bir işim yok, sadece ekipmanlarımı hazırlıyorum.”
“O zaman umarım haklısınızdır,” dedi Gazef ve şehir
surlarındaki bir gözetleme kulesine baktı. “Oraya gitmek ister misiniz?”
Kimse itiraz etmedi. Gazef önden yürümeye başladı.
Bir Savaşçı Kaptan olarak kimse onu durdurmadı. Böylece
Gazef’in aklındaki yere vardılar. Şehri en güzel görebileceğin yere.
E-Rantel’in dış duvarları şehirdeki en yüksek noktalardı. Bu
yüzden de en iyi manzara buradaydı ve çok uzakları görebiliyordu.
Aşağıdaki onlarca insanın bunalttığı hava buraya
ulaşmıyordu. Serin, temiz kış havası bedenlerine nüfuz etti.
“Ne harika bir manzara!” dedi delikanlı içten bir şekilde ve
güneydoğu tarafına doğru baktı.
“Şurası Katze Ovası değil mi?”
“Evet. Namevtlerle dolu ve yılın her zamanı sis ile kaplı
bir yer. Birkaç gün içinde bir savaş alanına dönecek.”
Soruyu cevapladıktan sonra Gazef derin bir nefes aldı ve
zorla geri verdi. Temiz hava ciğerlerini doldururken bunun Ainz Ooal Gown
hakkındaki huzursuz hislerini yok etmesini umdu.
“Bu cidden de muazzam bir manzara. Sırf bu manzara için bile
Prenses’in astı olmaya değer. [Uçuş] büyüsünü kullanabilen büyücüler hep bu
manzarayı mı görüyor? İçlerinde neden garip tipler olduğunu şimdi anladım.”
“Sanırım dünyayı bu şekilde görmek insanın bakış açışını
cidden değiştirebiliyor.”
“Belki. Neden birkaç soyluyu buraya getirip işe yarıyor mu
diye bakmıyoruz? Eğer tavırları değişmezse kenardan atıveririz. Tek taşla iki
kuş.”
Gazef, Brain’in şakası üzerine çarpık bir şekilde gülümsedi.
Eğer insanlar bu şekilde değiştirilebiliyor olsalardı Gazef gerekirse onları
zincirlerle buraya getirirdi.
Climb nasıl cevap vereceğini bilmeyen bir ifadeyle
bakakaldı. Bu da Gazef’in daha iyi hissetmesine neden oldu.
“Haha! Sizinle buraya gelmek cidden de çok iyi bir fikirmiş.
Rahatladım şu anda.”
“Bunu duyduğuma sevindim. Peki… Bizi neden buraya çağırdın?
Kimsenin bizi izlemediğine emin misin? Sakın bana üç taşaklı adamı manzara için
topladığını söyleme. Ölmesini istediğin biri mi var yoksa?”
Brain’in ani agresifliği Gazef’i kaygılandırmıştı.
“Şey, Prenses’i koruyamamam ve Climb’ı da daha fazla
eğitememem kötü olur ama… Sana borçluyum Gazef. Benden istediğin tüm kirli
işleri memnuniyetle yaparım.”
Brain dalga geçmiyordu. Bakışlarından ciddiyet akıyordu.
“Öyle bir şey değil Brain. Öyle bir şey yapmanı
istemiyorum.”
“Tertemiz bir hayat yaşamadığımın farkındasın değil mi?”
“Farkındayım Brain. Kılıcın kanla kaplı. Fakat benimki de
öyle.”
“Senin durumunda o kanlar Krallık’ın düşmanlarına ait değil
mi? Benimkiler arzularımın sonucu ve döktüğüm kanlar seninkilere hiç
benzemiyor.”
“Günahlarından arınmaya falan mı çalışıyorsun?”
“Hayır, öyle bir şey değil. Seni yenebilmek için her şeyi
yaptım. Hayatımı buna adadım. Yine de bu hedefimin özel bir şey olmadığını fark
ettiğimde, yaptığım şeylerden pişmanlık duymadım. Ama sen bana bir iyilik
yaptın, ben de bunun karşılığını vermek istiyorum. Sadece bu kadar. Çok
düşünme.”
“O zaman, isteğim düşündüğün gibi bir şey değil. Ayrıca
iyilikten kastın ne? Başkent’te karşılaştığımız zamanı mı kastediyorsun?”
Brain’in cevabı buruk bir gülümseme oldu.
“Kafana takma bunu. Ben bana yardım ettiğini hissettim.”
“Bana kafana takma dedikçe kafama daha çok takıyorum.”
Brain’in bu inatçı reddedişleri üzerine Gazef konuyu
değiştirmeye karar verdi.
“Bu arada, sizi buraya getirmemde bir sebep olmadığını
biliyorsunuz değil mi?”
“Ne?”
Climb tepki vermişti fakat Brain sadece bir kaşını kaldırdı.
“Biraz boş zamanımız varken üçümüzün sohbet etmesinin iyi
olacağını düşündüm. Burası başkalarının benim hakkında ne diyeceğini dert
etmeden konuşabileceğim aklıma gelen tek yerdi. Başkentte olsaydık sessizce
içebileceğim bir yer de biliyordum gerçi.”
“Ne yani, cidden sadece muhabbet mi ediyoruz? Gizli
emirlerin falan olduğunu düşünmüştüm…”
“Hayır, öyle bir şey değil. Nasıl desem…”
Savaş alanında her an
ölebiliriz ve bu birbirimizi son görüşümüz olabilir. Böyle uğursuz bir şeyi
nasıl söyleyebilirsin ki?
“Neyse boş ver. Ah doğru, Climb. O zırhın çok dikkat çekici.
Başka bir renge boyamak daha iyi olmaz mı? O renkteyken savaş alanında ilk
hedef alınan kişi olabilirsin.”
“Üzgünüm Stronoff-sama, bunu yapamam.”
Climb’ın cevabında hiç tereddüt yoktu.
“Bu zarif zırhı giyip savaş alanında ne kadar iyi iş
çıkarırsam Prenses Renner adına o kadar çok onur vermiş olacağım. Ek olarak
soyluların çoğu beyaz zırh giydiğimi biliyor. Tehlikeden korkup rengi
değiştirdiğimi öğrenirlerse benimle dalga geçerler ve bu Renner-sama’nın işini
de zorlaştırır. O yüzden savaş alanında kaderimle cesurca karşılaşmayı ve
Prenses için kendimi kanıtlamayı tercih ederim.”
Gazef Climb’ın gözlerine baktığında söylemek istediği
sözleri yuttu.
Prenses Renner senin
ölmeni istemiyor.
Cesareti aptallık ile
karıştırma.
Daha iyi bir gelecek
için biraz zorluğa katlan.
Fakat aklına gelen hiçbir şey Climb’ı bu inatçı fikrinden
vazgeçiremezdi.
Climb’ın da dediği gibi zırhı, Prenses Renner’ın bir bayrağı
gibiydi. Kahramanca hareketleri nüfuzunu artıracaktı. Tam tersi de aynı şekilde
azaltacaktı.
Climb Prenses Renner tarafından kurtarılmıştı ve bu yüzden
“hayatım Prenses’e ait” gibi düşüncelere kapılmıştı. Gazef böylesine bir inancı
yok etmenin bir yolunu bilmiyordu.
Kendisi ile Kral arasındaki sadakat ile aynı sayılırdı. Bu
yüzden…
“Hayatımı seve seve Prenses Renner için veririm.”
Gazef’in kararını çoktan vermiş bu delikanlıya verecek
cevabı yoktu.
“Hey, hey, hey! Neden her an ölecekmiş gibi konuşuyorsun?
Endişelenme Gazef, Climb-kun’a göz kulak olacağım. Kendini nasıl bir tehlikeye
sokarsa onu o tehlikeden çıkartacağım.”
“Eğer olay sadece İmparatorluk’un Dört Şövalyesi olsa
kazanacağına şüphem yok fakat Brain… O adama karşı… Ainz Ooal Gown. Senin de
hayatını kaybetmenden korkuyorum.”
“Ainz Ooal Gown cidden o kadar mı güçlü? Senin mekandayken
ondan bahsettiğini hatırlıyorum.”
Şeytani kargaşadan sonra Gazef ve Brain oturup büyük
turnuvadan sonra hayatlarının nasıl olduğuna dair tartışmış ve içmişlerdi.
Ainz’in adı da orada geçmişti.
“Kesin bir şekilde söyleyebilirim ki hiçbir İmparatorluk
şövalyesi seni yemez. Ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar Dört Şövalye de sana
rakip değil. İmparatorluk’un en güçlü büyü kullanıcısı Fluder Paradyne de
savaşa katılsaydı biraz da şansla kaçabilirdin. Fakat Ainz Ooal Gown’a karşı…
Brain, üzgünüm ama oracıkta ölürdün.”
“O kadar güçlü demek. Ciddi anlamda ne kadar gücü var?”
“Tek söyleyebileceğim hayallerimizin çok üstünde olduğu
Brain. Aklında istediğini canlandırabilirsin. Sonra da hayalini birkaç katına
çıkar.”
“Eğer o kadar güçlüyse… Sebas-sama’ya karşı durabilir miydi
acaba?”
“Sebas? Climb’ın bahsettiği şu yaşlı adam mı? O yaşlı
beyefendi çok müthiş güçlü görünse de hâlâ Gown-dono’nun ondan güçlü olduğunu
düşünüyorum.”
“Açıkçası inanmakta güçlük çekiyorum. Sebas-sama’dan daha
güçlü birini hayal edemiyorum doğrusu. Daha önemlisi, neden ondan bu kadar
saygıyla bahsediyorsun?”
“Değerli bir rakip. Yine de Kral’ın yanında bunu söylemiş
olsam sorun olabilirdi.”
Brain omuz silkti.
“Bizimle iyi ilgilendin Savaşçı Kaptan-sama. Climb-kun, sen
de Krallık için elinden geleni yaptın. Bana gelirsek, ben her şeye uyarım. O
boş kafalı Prenses-sama kendi iyiliği için bile çok kibar.”
Bu gibi sözler Brain’e tam uyuyordu. Yine de kraliyet
ailesine karşı bu saygısız tavırları görmezden gelinemezdi.
Kral’ın sadık adamı olan Gazef Stronoff sinirli bir şekilde
kaşlarını çatmış olsa da bir savaşçı olan Gazef Stronoff adamın cesaretine
karşı gülümserdi.
Eğer başka biri izliyor olsa Brain’i haşlarlardı fakat şu an
yalnızca üçü konuşuyordu. O yüzden şu an savaşçı haline dönmesi yeterdi.
“Renner-sama’nın çok tozpembe olduğu doğru olsa da… Neyse,
yeter. Climb zırhını boyamak istemiyorsa anlarım. O zaman lütfen kendinize
dikkat edin.”
“Benim için endişelendiğiniz için teşekkür ederim ancak
Prenses Renner bana, bu zırha yaraşmam için çok çalışmam gerektiğini söyledi. O
yüzden fikrimi değiştirmeyeceğim.”
“Öyle mi? Peki o zaman.”
Rüzgar üçlünün arasından esti. Hava berrak maviydi ve bir
savaşın patlak vereceğine dair hiçbir his barındırmıyordu. Gazef, bu ortama
uygun olmayan bir şekilde Climb’ın ciddiyetle baktığını gördü. Çok fazla
insanın ölmesine izin vermeyeceğini düşündüğünde kalbi hem neşe hem üzüntüyle
doldu.
Bu düşünceleri aklından atarken Gazef konuyu değiştirmeye
karar verdi.
“Bu arada, ikiniz ne hakkında konuşuyordunuz?”
Brain ve Climb birbirine baktı. Konuşan Brain oldu.
“Senin aksine bizim biraz boş zamanımız vardı. Ben de
Climb’ı alıp biraz ayak işine giriştim. Bir kişi daha vardı, Lockmeyer. Bize
şehrin mesihini göstermesini istedim. Şu adamantit seviye maceracı. Bu şehirde
konuşlandığını duyduk o yüzden ziyaret edelim dedik.”
“Oh, Momon-dono değil mi?”
“Evet o. Başkentte geçerken görmüştüm. Şu ana kadarki en
yüce savaşçı olduğunu söylediklerini duydum…”
Brain’in tavırları değişmişti. Artık daha ciddiydi.
“Ben de onunla birkaç şey tartışmak istedim.”
“Tartışmak?”
Gazef sözcüğü konuşmayı öğrenen bir papağan gibi tekrar
etmişti. Brain’in ifadesi okuması zordu.
“Şu vampir hakkında. Shalltear Bloodfallen.”
Shalltear Bloodfallen.
Gazef’in rakibi Brain Unglaus’un ruhunu paramparça etmiş
olan güçlü vampir.
İnsanlığın yenemeyeceği bir yaratıktı ve başkentte
gözükmüştü.
Brain onun Jaldabaoth ile bir ilgisi olduğunu düşünmüştü
fakat…
“Bu arada Momon-dono’nun o vampir Honyopenyoko’yu yenmek
için özel bir büyülü eşya kullandığını biliyor muydun? Görünüşe göre ormanın
bir bölümü bir patlama sonucu yok olmuş. Momon-dono geri döndüğünde tüm zırhı
da büyük bir savaştan çıkmanın verdiği izleri taşıyordu.”
Gazef bunu Başkan’dan duymuştu.
“Ah evet. Duymuştum. Bu yüzden onunla konuşmak istedim. Bana
kalırsa Shalltear Bloodfallen adamantit seviye bir maceracının bile
yenemeyeceği bir varlık. Ondan şüphelendiğimden falan değil fakat işini cidden
bitirip bitirmediğini sormak istedim. Ayrıca o Honyopenyoko vampiriyle de
ilgileniyordum.”
“Onun gibi başka vampirlerin de olabileceğini mi
söylüyorsun?”
“Evet, Climb-kun. Öğrendiğim kadarıyla Momon iki vampiri
kovalıyormuş. Onların Honyopenyoko ile Shalltear olup olmadığını öğrenmek
istedim.”
“Peki sonuç ne?”
“Şey o konuya gelirsek…”
Brain omuz silkti.
“Maalesef ki civarlarda değildi. Bir istek üzerine şehirden
çıkmış. Ne zaman geleceği hakkında bir fikrim yok.”
“Üzücü. Ben de pek şanslı değildim. Momon-dono ile konuşma
fırsatı bulamadım. Eğer biraz zamanım olsaydı onunla konuşmak isterdim. Hiç
olmazsa başkenti kurtardığı için teşekkür etmek isterim.”
“Öyle mi? O zaman bu savaş bittiğinde neden birlikte
gitmiyoruz? Şansımız varsa görüşebiliriz. Climb-kun, sen de gelmek ister
misin?”
“Memnuniyetle.”
“Pekala! Bu işten sonra bir planım var artık. O adamantit
seviye bir savaşçıdan bayağı bir şey öğrenebilirim.”
“Aynen öyle. Kesinlikle faydalı bir şeyler öğrenebiliriz. Ne
tür düşmanlarla savaştığı falan… Kahramanlıklarını dinlemek isterim.”
“Vaay, bu sürpriz oldu. Sen böyle şeyleri sever miydin
Gazef?”
“Ah, evet. Sonuçta ben bir savaşçıyım. Bu konulara ilgili
olmam gayet doğal. Sağ salim dönmeye bakın olur mu?”
Gazef bakışlarını Katze Ovası’na yönlendirdi.
“Başkentte müthiş yemek yapan bir meyhane var. Savaş bittiğinde
oraya kutlamaya gideriz. Ben ısmarlarım. Paramı öyle günler için biriktiriyorum
sonuçta.”
“Umut edelim ki kutlamamız zaferimize olur.”
Brain Gazef’in yanına geldi ve onunla aynı yere baktı.
“Şey, ee… Iıı… Ben de gelebilir miyim?”
“Sen içebiliyor muydun Climb-kun? “
Krallık’ın yasalarında içki için belirli bir yaş olmasa bile
ergenlik çağındaki bir çocuğa kimse içki satmazdı.
“Hayır, daha önce hiç içmedim. O yüzden emin değilim.”
“Öyle mi? O zaman küçük bir yudum alıp nasıl bir şey
olduğuna bakmalısın. Başkalarıyla içmeni gerektirecek zamanlar olabilir. Şu
anda olduğu gibi.”
“Evet. Güzelce bir içip üstesinden gelebiliyor musun diye
bir bakmak güzel olabilir.”
“Anladım. O zaman umarım bana eşlik edersiniz.”
“Güzel! O zaman üçümüz de sağ salim dönmeliyiz. Hayatınızı
bir hiç uğruna savurayım demeyin!”
Gazef sözünü bitirdikten sonra Brain ve Climb kafa salladı.

