Overlord
Bir Başka Savaş - 2
Kışın gelişi küçük köyler için adeta cehennem gibidir. Soğuk
günleri evlerinde geçirirken tek yapabildikleri ılıman mevsimlerin geri
gelmesini beklemektir. Eğer bahar gecikirse ya da güz zamanındaki hasat zayıf
olursa köylüler tohum stoklarını yemek zorunda kalabiliyorlardı. Fakat böyle
yapsalar bile insanlar yine de açlıktan ölebiliyordu.
Kışın tarlaların işlenmesi ve sürülmesi gerekmese bile
köyler hâlâ oldukça “aktif” oluyordu. Besi hayvanlarının ve tarla eşyalarının
bakımı gibi evin içlerinde yapılabilecek birçok iş vardı. Ayrıca evleri,
ahırları ve kümesleri temizlemeleri gerekiyordu. Kısacası dinlenecek vakitleri
yoktu.
Bu özellikle de Carne Köyü için böyleydi. Gulyabaniler gibi
etçil yaratıklara destek olmaları gerekiyordu. Kapanlı tuzaklar kurarak yeterli
miktarda et bulamıyorlardı, bu yüzden köylüler de onun yerine yetiştirdikleri
bitkileri satıp domuz alıyor ve yetiştiriyorlardı.
Goblinler, domuzları otlaması için Tob’un Yüce Ormanı’na
götürüyordu. Şu anda bu plan hâlâ deneysel aşamada olduğu için pek fazla
domuzları yoktu ancak plan başarılı giderse ve kışı atlatırlarsa ileride daha
fazla domuz yetiştirebilirlerdi.
Normalde topraklarının ait olduğu lorda vergi vermeleri
gerekirdi fakat Carne Köyü’nün bunu yapmasına gerek yoktu. Bunun sebebi Tob’un
Yüce Ormanı’nın yaratıkların mesken yeri olması ve insanlar tarafından
yönetilmemesiydi.
Carne Köyü’nün geleceği cidden de çok parlak görünüyordu.
Bunların hepsi köyü kurtarıp destek olan Ainz Ooal Gown’un
sayesindeydi. Ek olarak Kara Kahraman Momon da Orman’ın Bilge Kralı’nı
bastırmıştı. Köydeki çoğu insan ikisine de minnettardı. Hatta bazıları
kahvaltılardan önce dualarında tanrıların yanında o ikisine de dua ediyordu.
Bu şüphesiz ki yeni şef Enri Emmot’un çalışmalarıyla verdiği
umuttan kaynaklıydı.
Bugün Enri, yanında Nfirea ile işleri için küçük bir
kulübeye gidiyordu.
Carne gibi sınır köylerinde tüm köy halkı bir aileymiş gibi
birlikte çalışırdı. Eğer böyle yapmazlarsa hayatta kalmalarının hiçbir yolu
olmazdı. Birbirlerinin alet edevatlarını kullanırlar, hatta tarlaları sürmek
için öküzleri sırayla kullanırlardı.
Bu sebepten de besi hayvanlarıyla ilgilenip beslemek de bir
grup aktivitesiydi. İnekler için gereken saman da kışları bunun gibi küçük
kulübelerde tutulurdu.
Enri ahşap kapıyı açtı ve peşinde Nfirea ile içeri girdi.
Kapının hâlâ açık olduğunu düşündüğü için kendini dik tuttu ve bir saman
yığınının üstüne oturdu. Kalçası, yumuşak samanın içine battı.
Kapıyı kapattıktan sonra Nfirea da yanına oturdu. Büyüden
yapılma ışığı etrafı aydınlatıyordu.
“Şef, bu işi bitirdikten sonra oyalanmayı kesmelisiniz. Ne
kadar samanımız kaldığına bakıp birkaç karara varmamız lazım.”
“Bana yine Şef diyorsun…”
Nfirea, Enri’nin bıkkın cevabı karşısında kıkırdadı.
“Neyse, kimin umurunda ki. Sonuçta ben Şefim. Agu istesem tüm goblinleri ezebileceğimi düşünüyor! Ona
kıyasla bu problemler hiçbir şey!”
Agu’ya karşı kazandığı bilek güreşi maçından beri köy halkı
“bu doğru olabilir” diye homurdanıyordu. Bunun sebep olduğu atmosfer de oldukça
sıkıntılıydı. Aslında gulyabanilere meydan okumamıştı. Eğer kaybetseydi, bu bir
şeyi kanıtlamayacaktı. Kazanır ya da burun farkıyla kaybederse durum daha da
kötü olacaktı.
Eğer Enfi’nin
gitmesine izin verirsem asla evlenemeyeceğim anlamına mı geliyor bu?
Enri’nin elleri boncuk boncuk terlemeye başladı.
“Ah, doğru. Pencereyi açmayacak mısın? Şu an hava kuru, o
yüzden sorun olmaz.”
“Ne? Hayır, gerek yoktu. İhtiyacımız yok değil mi? Bak,
büyüden ışığımız var.”
“Cidden mi? Şey, eğer Enfi için sorun değilse benim için de
değil.”
Büyü ışığı bir güneşten daha parlaktı. Bunu biliyordu fakat
Enri’nin önerisindeki mantık “güneş varken neden büyü ışığı için mana
harcayasın ki?” olmuştu. Ek olarak odanın şu anki havasını değiştirmek
istiyordu. Bunun için bir sebebi yoktu ve reddedildiğinde çok da umursamamıştı.
Ancak yanına oturduğunda Nfirea’nın değişik bir tepki verdiğini gördü.
Kulakları parlak bir kızıla boyanmıştı.
Cidden bu kadar çok
mana mı tüketiyor? Işık oluşturan büyülerin çok da yorucu olmadığını duymuştum
oysa. Buraya gelmeden önce başka bir büyü mü kullandı yoksa? Düşündüm de, bitki
veya ot kokmuyor. Aslında kokusu… Hoş.
“N-ne oldu Enri?”
Enri onu koklamak için iyice yaklaştığında Nfirea’nın
sözleri panikle çıkmıştı.
“Ha? Aah, şey bir şey yok. Güzel bir şeyin kokusunu aldığımı
sandım da…”
“Öyle mi? Duyduğuma sevindim. Yeni yaptığım kolonyadan
olmalı.”
“Cidden mi? Neden bir dahaki sefere kasabada satmayı
denemiyorsun? İyi bir fiyattan satılabilir.”
“Hayır, onun… amacı… şey değil…”
“İyi, boş ver o zaman. Neyse, bu kulübede de yeteri kadar
saman var gibi duruyor. Devam edelim mi?”
“Evet. Ama gitmeden önce bir şeyi kontrol etmem lazım.
Sonuçta dışarısı soğuk.”
“Burası da öyle çok sıcak değil ki. Neyse, unut gitsin.”
“Şey… Seninle bir şey konuşmak istiyorum.”
Yanında oturan Nfirea oldukça ciddi görünüyordu.
Neler oluyordu?
Enri, Nfriea’yı şüpheli bakışlarla süzerken Nfirea bir tomar
kağıt çıkarttı.
Kağıtlardaki harfler küçüktü. Enri bazı kelimeleri seçemese
de bir anlık bakışla gördüğünden çok çok fazla kelime vardı.
“İlk olarak, Agu’nun kabilesindeki diğer goblinleri ve
gulyabanileri nasıl besleyeceğimiz var.”
“Ne? Şu anda zaten sorunsuz gitmiyor mu o? Bize güz
zamanındaki hasatta yardım ettiler, biz de gulyabaniler için şehirden yiyecek
alabildik.”
“Evet, ayrıca bitkiler de iyi fiyattan satıldı. O yüzden
yiyecek erzağımızın çok olduğunu söyleyebiliriz. Bu kışı geçirmek için yeterli
olacaktır. Biraz ekstra iş eklesek bile yiyecek stoğumuz dayanacaktır. Ancak
sayıları artmaya başlarsa hayatımız biraz zorlaşabilir. Belki de yemeğimizi
farklı yollardan elde etmeliyiz.”
Agu’nun kabilesinde şu an 14 kişi vardı. Burada
doğmamışlardı. Batı’nın Devi ve Doğu’nun Yılanı’nın bölgelerinden kaçmışlardı.
“Evet. Bir problem göremesem de büyük ihtimalle E-Rantel’den
daha fazla yiyecek almalıyız. Ancak gulyabanilere birkaç metal alet edevat
vermek için para biriktirmeyi düşünüyordum.”
“Gulyabanilere biraz tarla aleti yapabilirsek bahardaki
tohumları daha hızlı ekeriz… Ancak bir sorun var, eğer gulyabaniler için alet
edevat yaparsak bir insanın kullanamayacağı kadar büyük olurlar. Bu da akıllara
çok fazla soru getirir.”
“Ve gulyabaniler hakkında etrafa bir şeyler yayılırsa bir
sürü sorun çıkar değil mi?”
Güz zamanı vergi toplayıcıları geldiğinde Jugem ve diğerleri
fark edilmemek için saklanmak zorunda kalmıştı. Neyse ki eforları sayesinde
tahıl hasatı oldukça iyi geçmişti.
Carne Köyü İmparatorluk şövalyeleri tarafından saldırıya
uğradığından beri sadece az bir miktarda haraç ödemeleri gerekiyordu. Bu da
onlar için oldukça iyiydi. Ek olarak askere alınma konusunda da birkaç yıl
muaflardı.
Bunların büyük çoğunluğunun sebebi Carne Köyü’nü doğru
düzgün koruyamamaları ve suçlu hissetmeleriydi. Köyü saran heybetli bir
duvardan bahsetmişlerdi ama soruyu “büyü kullanıcısının işi” diyerek
geçiştirmişlerdi. Eğer bunu yapabiliyorlarsa gulyabanileri de örtbas
edebilirlerdi değil mi? En azından Enri böyle düşünmüştü ve Nfirea da kafasını
salladı.
“O su götürmez bir gerçek zaten. Eğer işler kötü giderse
Krallık cezalandırıcı bir kuvvet bile yolabilir.”
“O kadarı da fazla olur!”
“Öyle diyorsun ama gerçekte gulyabaniler genelde insanlarla
beslenir. Bizimle bu köyde yaşamalarının tek sebebi bizden daha güçlü olan
Jugem-san. Bunu unutma.”
“Unutmadım…”
“Başka bir şey de köyde çok az kişi olmamız. Daha fazla
yerleşimci bulmak için bir yol bulmamız lazım. Eğer yeni gelenler bahardaki
ekme mevsiminde gelirlerse çok iyi olur.”
“Öyle olması fazla iyimser. Ve dediğin gibi, ya goblinleri
ve gulyabanileri görürler ve kaçarlarsa? Sonra n’olur?”
Bu endişe dolu soru Enri’den gelmişti. Konuşurken Nfirea’ya
garip bir şeyler oluyor gibi hissetti. Sanki… Aklı başka bir yerdeydi.
“Ne? Ha, hayır, bir şeyim yok!”
Bunun doğru olmasının imkanı yoktu. Uykusu mu vardı acaba?
Sonuçta sevgilisi iksirlere fazla takabiliyordu.
Enri’nin endişelendiğini gören Nfriea derin bir nefes aldı
ve duruşunu değiştirdi.
Ha? Demek cidden de
uykusuzmuş. Her gün çok fazla deney yapıyor. Ama burada uyursa üşür. Her ne
kadar saman balyaları ılık olsa da…
Enri bunları düşünürken Nfirea ağırlığını gitgide ona
vermeye başladı.
Sorun ne? Düşündüm de
Nfirea biraz daha güçlü olsa daha iyi olurdu. Biraz daha fazla et yemesi lazım
galiba. Yeteri kadar yiyip uyumuyor.
Aniden Enri’ye bir şaka yapma dürtüsü geldi ve Nfirea’yı
ittirdi. Amacı çok azıcık itmekti fakat gücünü fazla kullandığı için Nfirea’yı
yere düşürdü.
“Ahhh!”
Enri’nin karşısında Nfriea’nın yüzü şaşkın bakışlarıyla
beraber kızardı.
Aah… Bir erkeğin bir
kadına güç konusunda kaybetmesi utanç verici olmalı. Bu yüzden daha fazla yemen
lazım diyordum…
Enri onu yuvarlar yuvarlamaz Nfirea samanlıklara uzandı ve
gözlerini kapadı.
Birkaç saniye öyle kalıp sessizliğin ve huzurun tadını
çıkarttılar.
“Ne oldu Enfi? Uyumak mı istiyorsun?”
Nfirea tekrar kalktı, suratı alışılmadık bir biçimde
kızarmıştı.
“Ah, şey… Hayır…”
“Ane-san!”
Samanlığın kapısı çalınmadan açıldı ve bir bağırış odayı
kapladı. Kapı öyle sert açılmıştı ki bulunduğu duvara gürültülü bir şekilde
çarptı.
“Haa?”
Bu tiz ses Nfirea’dan gelmişti.
“N-n-n-n-ne oldu?”
“Sizi rahatsız ettiğim için özür dilerim ama acil bir durum
var!”
“Ne oldu?”
Troll saldırısından beri Jugem’i ilk defa bu kadar endişeli
görüyordu. Garip ve korkunç bir dürtü içini kapladı.
“Askerler! Çok fazla sayıda asker buraya geliyor!”

