Overlord
Bir Başka Savaş - 3
“Ne? Ne, ne dedin? Kimin askerleri?”
“Armalarını bilmiyoruz o yüzden bir şey diyemeyiz. Ancak
birçok farklı giyimli asker var. Gelip baksanız iyi olur. Her durumda ilk
olarak kapıyı kapatmalıyız. Ne yapalım?”
“Ah, şey… En çok giyimli asker türü hangisi söyleyebilir
misin? Anlatabilir ya da çizebilirsen yardımcı olabilirim.”
Jugem’in açıklamalarını dinledikten sonra Nfirea’nın yüzüne
endişeli bir ifade yayıldı.
“Garip. Tarif ettiklerin Krallık bayrakları. Hangi soylunun
arması olduğunu bilseydik kimin geldiğini anlayabilirdik.”
Carne Köyü bir sınır köyüydü ve civarda ormandan başka bir
şey yoktu. Geldikleri yerin Carne Köyü olduğu kesindi fakat neden geldikleri
gizemini koruyordu.
“Ama neden? Sen sebebini biliyor musun Nfriea?”
“Krallık’ın askerleri neden bu köye gelsin ki? Eğer Tob’un
Yüce Ormanı’na gideceklerse bu kadar asker göndermeleri tuhaf. Öyle olsaydı
maceracılar görevlendirirlerdi. Eğer durum buysa… Belki bir ayaklanma falan
vardır…”
“Öyle bir şey cidden olabilir mi?”
“Sadece bir söylenti fakat Kral’ın aslında o kadar güçlü
olmadığını duymuştum. Şu anda görünüşe göre soylular Kral ile anlaşmazlık
içinde. Eğer öyleyse Carne Köyü’ne saldırmak için geliyor olabilirler mi?”
Enri’nin beti benzi attı.
Köy yine geçen seferki gibi acımasız bir saldırının hedefi
mi olacaktı?
Ancak şu anki durumlar geçen seferkinden daha farklıydı.
Enri direkt olarak yüzleşmeye karar verdi.
“Askerler buraya varmadan önce ormana kaçmalıyız!”
“Ane-san, üzgünüm. Geldiklerini çok geç anladık, o yüzden
şimdi kaçsak bile tüm malımızı mülkümüzü burada bırakmak zorunda kalırız.
Ayrıca kış mevsiminde olduğumuz için ormanda yaratıkların ortaya çıkma ihtimali
oldukça yüksek. Bu sorundan kaçmaya kalkışırsak başka problemler doğacak.”
Jugem’in acı dolu ifadesi Enri’yi sersem gibi hissettirdi.
Eğer askerler köyü yakıp yıkarsa, köy halkının hayatta
kalabilmesinin imkanı yoktu.
“Öyleyse… Ah! Doğru! Eğer mallarımız ile kaçamıyorsak savaşa
hazırlanmalı ve yiyecek gibi şeyleri de saklamalıyız!”
“Evet! İyi bir plan Enri! Jugem ve gulyabanilerin vergi
toplayıcılarından saklandığı kilerler daha gömülmedi. Her şeyi oraya
taşıyabiliriz!”
Enri tam harekete geçecekti ki henüz sormadığı soru aklına
geldi.
Sayıları ne kadardı? Eğer sayılarını bilirlerse köylülerin
ne kadar yiyecek saklamaları gerektiğini hesaplayabilirlerdi.
“Kaç kişiler? Yüz civarında olmalılar değil mi?”
“Hayır…”
Enri, Jugem’in cevap vermeden önce derin bir nefes aldığını
görünce kulaklarını kapatıp gelecek cevaptan kaçınmak istedi.
“Yüzlerce bile değil… Binlerce.”
Enri birkaç kez boş boş göz kırptı. Nfirea da onu takip
etti.
“En az dört bin kişi kadar olduklarını düşünüyorum.”
“Ama… Neden bu kadar adam göndermiş olabilirler ki?”
“Hiçbir fikrim yok. Böyle bir köye o kadar asker neden
gönderilir? Enri… Köydeki goblinlerden haberleri olabilir mi?”
“Hayır. İmkansız.” Enri’nin cevabı hemen gelmişti.
Ne kadar düşünürse düşünsün bu bilginin yayılması için
hiçbir sebep bulamıyordu. Sebebi göçmenler olabilirdi fakat onların hepsi
goblinlerin insanlardan daha güvenilir olduğunu düşünüyordu. Troll
saldırısından beri de yerli halk ve yeni yerleşen kişiler arasındaki bariyer de
yok olmuştu.
Sebebi maceracılar da olabilirdi. Momon ve Nabe ölmüş
yoldaşlarının intikamını almak için bu sırrı yaymış olabilirdi. Ancak Nfriea
böyle olmadığına dair ısrar ediyordu.
“O zaman… Kaçmaya hazırlanırken neden geldiklerini soralım.
Savaşmak… Son çare olmalı.”
Dört bin kişilik bir orduyla savaşmak intihardan başka bir
şey değildi.
“Ani-san’ın da dediği gibi yapabileceğimiz tek şey bu. O
kadar adama karşı başka çaremiz yok.”
“Aynen. Bu yüzden kaçmak için zaman kazanırken her an
tüymeye de hazır olmalıyız. Gidelim haydi!”
Köy halkı gulyabanilerle birlikte yemeği saklamaya yardım
ediyordu. Kalan tek kişiler Enri, Jugem ve Britta ile kalıp savunma gücünü
oluşturan birkaç goblindi.
Enri’nin ilk yaptığı iş gelenlerin kimliğini ve taşıdıkları
armayı Britta’ya sormak oldu. Ne yazık ki Britta da ona pek cevap veremedi.
O sırada Enri, bilginin ne kadar önemli olduğunu anladı. Şu
anda bilgi eksikliğinden dolayı tek yapmaları gereken Nfirea’nın gözetleme
kulesinden dönüp rapor vermesini beklemekti.
Duvarların diğer tarafından atların toynaklarının durduğu
duyuldu. Ardından yüksek sesle biri konuşmaya başladı.
“Ben Re-Estize Krallığı’nın Veliaht Prensi olan Barbro
Andreyan Ield dale Vaiself’in elçisi! Kapıyı açın!”
Enri duyduklarına inanamamıştı. Bugün birçok sürpriz şey
duymuş olsa da bunun yanında diğer duydukları hiçbir şeydi.
“V-Veliaht Prensi mi?”
Onun gibi birisi
burada ne arıyor lan?
Enri’nin neler döndüğüne dair hiçbir fikri yoktu.
Etrafındaki her şey kötü bir rüyaymış gibi görünmeye başlamıştı.
Ancak Nfirea’nın gözetleme kulesinden koşarak döndüğünü
görünce bunun doğru olduğunu anladı.
“Kral’ın sancağı da var. Sadece kraliyet ailesinden ya da
kraliyet ailesine kan bağı olan kişiler o sancağı taşıyabilir.”
“Ne? Bu da ne demek?”
“Kraliyet ailesi bizzat köyümüze askerlerini getirdi demek!”
Enri sesini yükseltmişti. Neler olduğunu hâlâ anlamıyordu.
“Neden bizim gibi bir sınır köyüne bu kadar asker
gönderdiniz?”
“Senin gibi köylülerin buna bilmeye hakkı yok! Bu topraklar
Kral’a ait ve sizin de Kral’a itaat etmeniz gerek! Yoksa Kral’a karşı çıkıp
isyan bayraklarını mı çekiyorsunuz?”
Enri ürperdi.
Kral’ın kulları olarak kapıları açmaları gerekiyordu. Ancak…
Jugem yan taraftan Enri’ye bir bakış attı.
Eğer şu an kapıları açmaya gitseler bile hemen açamazlardı.
Kapılar açılmadan önce goblinleri ve gulyabanileri saklamaları gerekiyordu.
“Ah, Ane-san. Olabildiğince hızlı bir şekilde gizleneceğiz.
O zamana kadar lütfen bize zaman kazandırın.”
Enri kafasını salladı. Neden
onlara önce yemekleri saklamalarını emrettim ki? Diye düşündü. Ama artık
pişman olmak için çok geçti.
“Tekrar ediyorum… Kapıları açın!”
“Öz… Özür dileriz! Şu anda majesteleri Prens’imizi
karşılamak için hazırlık yapıyoruz! Lütfen biraz bekleyin!”
“Kendini tanıt kadın! Bu köyden sen mi sorumlusun? Bu
gecikme kabul edilemez! Kapıyı açmak için tek bir saniyeyi bile boşla
harcamayın sakın!”
“Neden içeri girmek için bu kadar acelecisiniz?!”
Bu baskı altında zaten huzursuz olan Enri bağırarak
konuşmuştu. Saygısızca olduğunu bilse de bunların Krallık askeri kılığına
girmiş başka bir ülkenin askeri olduğu ihtimalini de göz ardı edemezdi.
Carne Köyü’nün savunması oldukça katıydı. Bu savunmayı gören
vergi toplayıcıları oldukça şaşırmıştı.
Başka bir ülkenin burayı bir karargâh olarak kullanmak
istemesi şaşırtıcı olmazdı. Sonuçta troller tam da bu sebepten dolayı
saldırmıştı.
Diğer tarafta bir sessizlik yaşandı ve iki taraf da
huzursuzca tereddüde düştü.
“Neden cevap vermiyorsunuz? Siz sahtekârlar Krallık
askeriymiş gibi davranıyorsunuz değil mi?!”
Bu panik dolu bağırışın ardından sonunda bir cevap gelmişti.
“Ainz Ooal Gown adlı büyü kullanıcısı bir keresinde bu köye
gelmişti değil mi?”
Köyün kurtarıcısının görüntüsü Enri’nin kafasında belirdi.
“O büyü kullanıcısı şu anda Krallık’ın düşmanıdır. Bundan
dolayı da Ainz Ooal Gown ile bağlantısı olan sizlere soru sormak istiyoruz.”
Şaşırıp kalan Enri konuşamadı.
Ancak savunma ekibinden birilerinin ıslığı kulağına geldi.
“Eğer Ainz-sama Krallık ile zıt düştüyse… Haksız taraf
Krallık olmaz mı?”
Köylülerin gözleri de aynı şekilde düşünüyormuş gibi baktı.
Bu köylüler, asıl evleri yanıp kül olduktan sonra Carne
Köyü’ne taşınan kişilerdi. Kendilerini koruyamamış Krallık’a olan nefretleri
zamanla köylerini kurtarmış büyü kullanıcısına sevgi duymalarını sağlamıştı.
Goblin çağırmalarını sağlayan boru olsun, onları koruyan
duvarları inşa eden golemler olsun, troll saldırısında köyü koruyan Lupusregina
olsun, bunların hepsi Ainz’e hürmet duymalarını sağlayan şeylerdi.
“Ama sayıları çok fazla. Eğer kapıları açmazsak…”
“Ama onca nazikliğinden sonra Ainz-sama’ya ihanet edersek…”
“Durun! Bize sadece soru sormak istediklerini söylediler.
İhanet etmiş sayılmayız ki…”
“Öyle mi? Yine de bana nankörce geliyor.”
Herkesin gözü Enri’ye döndü.
İki tarafın da düşüncelerini anlayabiliyordu. Bu yüzden de
Enri tereddüte düştü ve bir karara varamadı. Tam da o sırada kapının dışından
sinirli bir bağırış duyuldu.
“Eğer anladıysanız hemen kapıyı açın! Yoksa Krallık’a
ihanetle suçlanacaksınız!”
Sınırlarını zorlayan Enri de bağırdı ve biraz zaman
kazandırmaya çalıştı.
“Tezek! Her yerde tezek var! Prensimizin böyle bir yere
girmesine izin veremeyiz!”
Bir süre sessizlikten sonra karşı taraftan daha sakin bir
ses duyuldu.
“Oh, şey, anlaşıldı. Pekala, majesteleri yerine sadece biz
girsek? Sonra ne olacağını düşünürüz.”
Aklına daha fazla bahane gelmiyordu.
Enri’nin zihni tamamen boşalmıştı. Ne olduğunu önemsemeden
aklına gelen ilk şeyi bağırıverdi
“Ü-üzgünüm! Ellerim tezek ile kaplı! Çıkmıyorlar! Ellerimi
yıkayıp hemen geliyorum!”
“P-peki!”
Enri saklanmakta olan Jugem ve diğerlerine baktı. Onlara
kazandırdığı zaman konusunda oldukça endişeliydi…
***
Barbro’nun sabrı artık taşmak üzereydi. Rapor veren
şövalyeye bir düşmanıymış gibi baktı.
“Bir daha söyle. Bu nasıl bir aptallıktır?!”
Barbro’un nefreti söylediği her kelimede, dişlerinin
arasından fışkırıyordu. Şövalye tekrardan rapor verdi.
“Efendim! Carne Köyü hâlâ kapılarını açmadı.”
Şövalyenin sakin cevabını duydukça Barbro adama yumruk atmak
istedi.
Ancak bu aptalca bir hareket olurdu. Barbro, yumruğunda
biriken öfkeyi kontrol etmek için kendini zorladı.
Karşısındaki şövalye dahil buradaki çoğu kişi Barbro’ya
bağlı değildi. Barbro’nun emrinde normalde hiç asker yoktu. Buradaki her adam
diğer lordların emrindeydi. Bu sebepten ötürü de diğer şövalyeler olanları
izlerken bir müttefikine saldıramazdı.
“Neden? Neden bu Carne Köyü’ndeki sefil köylüler kapıları
açmıyor? Bu topraklar direkt olarak kraliyet ailesi tarafından yönetiliyor!
Bana itaat etmek zorundalar! Onlara kapıyı açmalarını söylemedim mi ben?!”
Sabırsızlığı gitgide artan Barbro’nun sözleri artık bir
ahenk barındırmıyordu.
“Sorun ne? Beni küçümsüyorlar mı yoksa? Neyi bekliyorsunuz?”
Köylüler Veliaht Prens’ten oldukça aşağı bir sınıftaydılar.
Şimdi de bu köylüler ona hakaret ediyordu.
Zihni bu düşüncelerle dolunca iyice sinirlendi. Şeytani
kargaşadan beri içinde biriken bu tatsız nefret birden açılan bir baraj gibi
patladı.
“Hainler! Topunuz hainsiniz! Carne Köyü’ndeki herkesi hain
ilan ediyorum!”

