Overlord
Katliam - 1
İki ordu da kızıl ovalardaki fazla dik
olmayan bayırlar üzerine cephelerini konuşlandırmış, gözlerini birbirine dikmişti.
Krallığın dehşet veren ordusu sol ve
sağ kanatlarda 70'er bin, merkezde ise 105 bin güçlü adam olmak üzere üç tepeli
topoğrafya boyunca savaş düzeni almışlardı. Gelgelelim bu manzara, düzenli bir
formasyon ziyade ezici çoğunluğu yansıtan barbarca bir konuşlanma idi. En
kıdemli beş piyade her biri rahatlıkla 6 metre uzunluğunu geçen ve iki elle
savrulan kargıları taşıyarak mızrak hattında saf tuttular.
Vazifeleri ise İmparatorluk
kuvvetlerinin çekirdeğini oluşturan zırhlı süvari birliklerine karşı ordunun
geri kalanı için kazıklı duvar rolü görmekti. Süvarilere karşı doğrudan kazıklı
duvar kullanmama sebepleri gayet açıktı; onca insanı savunmak için muazzam
miktarda odun tedarik edilmesi icap ederdi. Öte yandan birlikleri akıllıca konuşlandırma
ile sıralanmış kargılar çok daha iyi iş görecekti.
Bu formasyon akıncı birliklerini kırıp
geçireceği gibi her ne kadar sarsılmaz olsa da kendince zaafları da vardı. Sıkı
bir formasyon olduğundan ve de taşınan silahların ağırlığından dolayı tek bir
noktada bekleyip düşman hücumlarını kesmekle sınırlı kalacaktı. Bu sebeple
düşman manevralarına çabuk tepki gösteremeyeceğinden İmparatorluk ordusunun
menzilli veya büyü birlikleri kullanması durumunda ağır zayiatlar verecektir.
Zaten köylülerden fazla bir şey
beklenmiyordu. Düşmanın ilk taarruzunu püskürtseler kâfi idi.
Diğer yandan, İmparatorluk ordusu 60
bin adamdan oluşuyordu.Krallık ordusuna kıyasla ciddi anlamda azınlıktaydılar.
Fakat İmparatorluk şövalyeleri neredeyse hiç korku belirtisi göstermeksizin
oldukça rahattılar. Yenilgi akıllarının ucundan dahi geçmiyordu.
Özgüvenleri kendi güçlerinin farkında
olmalarından geliyordu.
Yine de iki tarafın askerî gücü
arasında ciddi derecede bir uçurum olduğu yadsınamaz bir gerçekti. Yorgunluk
hissetmeden savaşabilseler bir sorun teşkil etmezdi belki, lakin bu da insan
doğasına aykırı bir durum idi. Askerler yorgun düştükleri zaman ise birey
olarak ne kadar maharetli oldukları da fazla önem arz etmeyecekti.
Ayrıca Krallık'ın savaşın seyrini
değiştirebilecek düzeyde bir avantajı daha vardı.
Taburlarındaki insan hayatlarının ederi
idi.
Krallık ordularının ekseriyeti köylü
devşirmelerden oluşuyorken İmparatorluk safında şövalye olarak sınıflandırdığı
profesyonel askerler bulunuyordu. Silahını kapıp emirlere uyacak duruma gelince
savaşa hazır olarak görülen bir köylüyü eğitmek ile bir şövalye yetiştirmek
arasında süreç ve masraf kıstasında muazzam bir fark var idi. İmparatorluk'un
gözü kapalı bir şekilde fuzuli akınlarda veya yıpratma harbinde şövalyelerini
çarçur etme lüksü yoktu.
Bu gerekçeler ışığında İmparatorluk
ile Krallık arasında yaşanacak açık meydan muharebesi Krallık'ın lehine olacak
idi.
Aynı sebepten, İmparatorluk ile
Krallık arasındaki savaşlar küçük çarpışmalardan öteye geçmedi.
İmparatorluk'un stratejisi ise
Krallık'ın kölelerini muharebe alanına çıkarmakla gerçekleşmiş olacaktı. Soyluların
veya yetenekli askerlerin hayatlarını ziyan etmesine hacet yoktu, ki Krallık da
bunun pekâlâ farkındaydı.
İmparatorluk ile Krallık arasında
süregelen savaşlarda gelenek hâline gelmiş bir geçit töreni yapılırdı.
Ainz Ooal Gown isimli büyü kullanıcısı
savaşa teşrif etse dahi küçük çarpışmalardan öteye geçiemezdi. En azından
Krallık'taki soyluların ekseriyeti bu düşüncede idi. Ne de olsa İmparatorluk
Şövalyeleri askerîyeyi oluşturmalarının yanı sıra polis kuvvetleri görevi de
görüyorlardı. Bu sebeple fuzuli olarak şövalye zayiatları İmparatorluk'un kendi
sınırları içerisindeki otorite için de tehdit unsuru oluşturacaktı..
Bu sebeple soylular, İmparatorluk’un
saldırıya geçmesini bekliyordu.
Geleneğe göre İmparatorluk kuvvetleri
Krallık taburlarının önünde bir geçit töreni düzenleyip geri çekilecekti.
Akabinde Krallık savaş naraları işitecekti.
Yıllar boyunca bu geleneğe uyulmuştu.
Gelgelelim…
İmparatorluk ordusu yerinden
kıpırdamıyordu.
Kaleyi andıran castradan hiç hareket
belirtisi yoktu, Krallık kuvvetleri önünde sıralanması beklenen birlikler
yerine çakılmış kalmıştı. İlk hamleyi Krallık'ın yapmasını ya da başka bir şeyi
bekliyorlardı sanki.
"Geçit töreni yapmıyorlar. Neler
oluyor?"
Bu konuşma kralın ikâmet ettiği ana
kampta geçmişti. Ana kamp ise merkez kolonun arkasına yakın bir yere, 105 bin
asker yığınının hemen ardına kurulmuştu.
Marquis Raeven, yanına geldiği Gazef’e
civardaki engebelerden biraz daha yüksek bir tepedeki gözlem noktasından
hareketsiz İmparatorluk şövalyelerine bakarken birkaç kelam etti.
İmparatorluk harekete geçmiyorsa
Krallık da bir hamle yapamazdı.
Hâlihazırda kazık duvarını
oluşturmuşken Krallık'ın şimdi kalkıp da saldırması akıl işi olmazdı. Daha
önceleri İmparatorluk soylularına erkenci bir akın girişiminde bulunmuşlardı
bittabi. Lakin akıncıların göz açıp kapayıncaya dek katledilmesiyle Krallık
ciddi bir darbe almıştı.
O zamandan beri Krallık,
İmparatorluk'a karşı bir kazık duvarı oluşturup ilk hücumu göğüslemeye
hazırlandıkları bir takdiği benimsediler. Düşmanı üzerlerine çekebildikleri
sürece riskli akınlara kalkışmalarına gerek kalmayacaktı.
"Pekâlâ. İlk hamleyi bizden
bekliyorlar anlaşılan."
"Son müzakereler de sonuç
vermediğine göre çok geçmeden cenke girmeleri gerekir... Savaşçı Kaptan-- Yani
Gazef-dono, İmparatorluk'un neyi beklediğine dair bir fikriniz var mı
acaba?"
Yarım saat evvel iki ordunun
temsilcileri ortada kalan arazide müzakerelere başlamıştı. Başladılar
başlamasına da iki tarafın da uçuk kaçık beyanlarından ibaret olduğundan buna
bir müzakere demek bile güçtü. Müzakerenin yapılmasının asıl amacı ise iki
tarafında bıçak kemiğe dayanana değin savaştan kaçınmak istediğini göstermek
idi.
Müzakerelerde bir yere varılamayacaktı
bittabi, bu da muharebeye yeşil ışık yakacaktı.
Normal şartlar altında İmparatorluk
Ordusu anında harekete geçmeliydi. Lakin yerlerine çakılmış bekliyorlardı.
"Bana soruyorsunuz da aradığınız
bilgiye sahip değilim. Siz bir şeyler biliyor musunuz peki?"
“Nereden bileyim ya. Askerî
meselelerden anlamam. Genelde bu işleri adamlarım halleder.”
"Bilge Marki’nin hasmına dair
hiçbir şey bilmemesine inanmakta güçlük çekiyorum."
“Hiçbir şey bilmiyorum ha? Gazef-dono,
lafınızı esirgemiyorsunuz bakıyorum da.”
“Gücendirdim mi sizi? Öyleyse özür
dilerim.”
“Hahaha, hiç de gücenmedim. Eski hâlinize
kıyasla çok daha makul bir tonda söylediniz hatta.”
İğnelendiğini hissetmesiyle Gazef’in alnında
kırışıklar belirir.
“Hahaha. Düşüncelerini anlıyorum. Bir
general olmadığım bilinen bir gerçek, ki değilim zaten. Liderlik vasfı taşıyan
adamlara sahip olacak kadar talihli olduğumdan askerî meseleleri adamlarıma
bıraktım."
"Acaba... Başkentteki menfur
kargaşa sürecinde adını duyurmuş eski maceracılardan birini kastediyor olabilir
misiniz?”
"Yok canım. Şuradalar bak."
Raven bir arada duran bir grup adamı
işaret eder.
Yolu çoktan yarılamış yaşta kişiler
olmalarına rağmen kudretleri eskiyi aratan, hayatlarının en parlak dönemlerinde
Orichalcum dereceli maceracılardı. Gazef'e onları hafife almaması gerektiği
hissini veren de bir izlenim uyandırıyorlardı."
"Savaş sırasında korumalarım
olacaklar."
"Böyle adamların kanatları
altındayken Kraliyet Başkenti'ne hiçbir sorun yaşamadan sağ salim
döneceksinizdir Marki Raeven. Yüce büyü kullanıcısıyla karşılaşmadıkları sürece
tabii. Amanın, az daha unutuyordum; stratejistiniz kim peki?"
“Arazimdeki avam tabakasından gelen
biri olduğu için kendisini tanımazsınız Gazef-dono. Köyüne saldıran bir goblin
çetesinin hakkından onların yarısı büyüklüğünde bir avuç köylüyle geldiği için
ilgimi çekmeyi başardı. O günden beri de hanedan birliklerinin yönetimini ve
diğer muhtelif görevleri kendisine veririm. Çok ilginçtir ki şimdiye kadar
hiçbir savaştan mağlup ayrılmamıştır. Kendisini emir subayım gibi yüksek bir
konuma getirdim ayrıca.”
"Bu kadar övgüyü layık gördüğünüz
komutanla tanışmak isterim Marki Raeven. Gerçekten dediğiniz kadar varsa
kendisine pekâlâ Krallık güçlerinin komutasını da emanet etmekle akıllıca
hareket etmiş oluruz."
"Ona hak ettiği değeri
gösterirseniz... Askeriyenin komutasını tamamen onun eline bırakırsanız ve
Kraliyet Ordusu onun emir-komutası altında hareket ederse komşularımıza ‘Re-Estize
Krallığı’nın ordusu küçümsenmemeli.’ dedirtecek bir cenk ortaya koyabiliriz.”
Gazef, Razen'le şöyle bir bakıştı, iç
çekerek bezgin bir şekilde tebessüm etti.
"Soylular, avam tabakasından
gelen birinin öyle bir konuma yükselmesine asla izin vermeyecektir. O yüzden
dedikleriniz şu an için boş bir hayalden ibaret."
"Hele ki soylular kendi içlerinde
hizipleşmişken."
İmparatorluk her birine emrinde tümen
komutanları, tugay komutanları ve diğer subaylar olan generaller atayarak
lejyonlarını katı bir sınıflama ile organize etmiştir.
Öte yandan Krallık orduları hanedan
birliklerden ve her Krallık soylusunun toplayabileceği devşirmelerden
oluşmaktadır.
Başkomutanları her ne kadar Kral'ın
kendisi olsa da her tabur bildiği gibi ya da güruhunun uygun gördüğü şekilde
hareket ederdi.
Özetle, hasbelkader bir araya
getirilmiş ayak takımından ibaretler idi.
Gazef Savaşçı Kaptan unvanına sahip
olsa da nitekim doğrudan Kral'a bağlı savaşçı takımını kumanda ediyordu
yalnızca. Dolayısıyla soylulara emir verme yetkisi yoktu. Kral, soylulara
Gazef'in emrine uymalarını buyurabilirdi fakat soylular oldu olası halkın içinden
gelen Gazef'i hor görmüşlerdi. Ayrıca Kral'ın bunu emretmesi ileriye dönük ihtilaf
tohumları ekebilirdi. Kral
da bunun pekâlâ farkında olduğundan Gazef'e öyle bir işe kalkışmamasını
emretti.
Krallık'taki konumlarını gözden
geçiren ikili derin bir iç çekti. Akabinde birbirlerine bakarak gülüsediler.
Bu muhabbet kılıçların çarpışıp
kanların döküleceği bir yerde yapılmamalıydı.
"Eve sağ salim dönsek bile orada
da bizleri ayrı bir savaş alanı bekliyor olacak."
"Soyluların işi gücü bu değil mi
zaten? "
"Bu savaştan çıkar çıkmaz Kral'a
seni soyluluk mertebesine yükseltmesi için dilekçe yazacağım. Kendisine Kral'ın
kılıcı diyen birinin soylu sınıfıyla iç içe olmaması sinirlerime
dokunuyor."
Raeven makara yapıyor gibi gözükse de
Gazef onun gözlerindeki parlamadan sözünü ettiği öfkenin gerçek olduğunu
anlayabiliyordu.
Duygularını saklamakta usta olan biri
yeri gelince bunları belli edince normalde üzerine gülünüp eğlenilirdi. Lakin
açığa çıkarılan negatif bir duygu ise işin rengi değişir. Gazef de hemencecik konuyu
değiştirdi.
"Bunu bi' kenara bırakalım şimdi.
Stratejistinizi çağırıp fikirlerini alalım... Doğru ya, onu çağırmak güç
olacaktır."
"Nitekim üssü kendisine emanet
ettim. İmparatorluk'un neler planladığını bilmezken stratejistimin fuzuli bir
şekilde yer değiştirmesinden kaçınmak isterim."
Soylularım tamamı her ne kadar Krallık
adına çalışmaya ant içmiş olsalar da nihayetinde Raeven'in önceliği kendi
serveti idi. Bu teklifi geri çevirmesi gayet anlaşılır bir karardı.
"Of be... Her zamanki terane,
yine de havadaki bu gerilimden hiç hazzetmiyorum. İmparatorluk'un bize
saldırmasını her ne kadar istemesem de niyetleri savaşa girmekse bir an önce
saldırsalar da bekleyiş içinde olma gerginliğinden kurtarsalar bizi.

