Overlord
Katliam - 2
Gazef, Krallık ordusundaki
huzursuzluğu sezebiliyordu. Bu huzursuzluğun kaynağını bulmaya çalışırken
kaşlarını çatıverdi.
"Anlıyorum. Aslına bakarsan bu
eylemsizlikleri, taarruza kalkmadan evvel bizi bir endişe içinde bırakmak
üzerine bir strateji olabilir. Bunca askeri koordine edip kontrol etmek yabana
atılacak bir iş değil, o yüzden birliklerimizin herhangi birindeki en ufak
çekince dahi büyük bir karışıklığa yol açabilir. Büyük bir tabura akın
düzenlemek her babayiğidin harcı değildir, lakin taburu oluşturan askerler
kümeden ayrılıp kaçmaya başlarsa avlanıp öldürülmeleri işten bile olmaz.
Hayvanların avlanmak için kullandığı temel ilkelerden bir farkı yok yani.”
Şaşkınlık içindeki Raeven, Gazef'in görüş
hattında duran, sol kanatta endişeli bir ifade takınmış taburları görünce
durumu idrak etti.
"Anlaşılan merkezdeki askerleri
ön hatta çekiyorlar."
"Hareketlenmeleri düzen
değiştirmelerinden ibaretse endişeye mahal yok."
"Marki Bowlorobe'nin bayrağı bu.
Görünüşe göre sol kanadın komutanı kendisini ön hatta alıyor."
Krallık, Kraliyet Partisi merkezde
konuşlanmışken Soylu Partisi'ni iki kanata yaydı. Marki Bowlorobe'nin sol
kanata komutanlık etmesine karşın Kral III. Ranpossa merkez hattının
başkumandanı idi.
"Bir taburun komutanının ordu
düzeninin en önüne geçmesi oldukça sıra dışı bir durum. Görüyor musunuz
Gazef-dono? Marki doğrudan kendisine bağlı olan seçkin bir birliğin yerini
değiştiriyor. Tüm dikkatler bir araya toplanmış soylulardayken birey olarak
ziyadesiyle kudretli olan İmparatorluk şövalyelerine karşı yapılacak muharebede
sivrilmek istiyor. Bu sayede Krallık'taki en güçlü birliğin komutanı olarak nam
salacak."
Raeven, Gazef'e "Başka
kimselerin, kıymetli savaşçı timinden daha fazla övgü kazanmasına göz mü
yumacaksın?" dercesine meraklı bir bakış atıyor.
Gazef tongaya düşmedi.
“Savaşçı timinin vazifesi Kral'ı
korumaktır. Kral aksini emretmediği sürece İmparatorluk taarruza geçse dahi
yerimizden milim kıpırdamayız. Bizim nezdimizde Kral'ımızın başkente sağ salim
dönüşünü güvence altına almaktan daha yüce bir vazife yoktur.”
Gazef belindeki kılıca dokundu.
"Yine de düşman saldırısının
şiddetini azaltmak için kendimce pozisyon alabilirim."
"Krallık'ın dört büyük hazinesinden
biri olan Razor Edge(Jilet Ağzı) demek... Şimdi anladım."
Marki Raeven birkaç adım geri çekilip
Gazef'i şöyle boylu boyunca süzdü.
Yorgunluk hissetmemeyi sağlayan
Dirilik Kollukları . Yaraların iyileşmesini sağlayan Ölümsüzlük Muskası.
İnsanoğlunca bilinen en sağlam metalden(adamantit) dövülerek ölümcül darbeleri
saptıran bir büyüyle güçlendirilmiş Muhafız Zırhı. Son olarak da
kuvvetlendirilmiş bir zırhı deyim yerindeyse sıcak bir bıçakla tereyağı
dilimlercesine doğrayabilecek, mutlak keskinlik arayışında dövülmüş büyülü
kılıç Razor Edge.
"Tüm hazineleri kuşandığına göre
Krallık'ın en yüce hazinesinin ta kendisisin şu an. Krallık'ın beş hazinesi
olduğu kulağıma çalınmıştı, bunca zamandır hepsini de bir arada tutuyorlar
anlaşılan.”
Gazef her ne kadar işittiklerinin
yağcılıktan ibaret olduğunun bilincinde olsa da bu hazinelerle aynı kefeye
konduğu için kızarmıştı.
"Beni utandırmayın Marki Raeven.
Kral'ın yüceliğinin yanında benimki devede kulak kalır. Majesteleri böyle
değerli eşyaları benim gibi avamdan birine emanet etmenin ne anlama geldiğinin
bilincindedir, buna rağmen uygun gördü gerçi."
"Yerinde bir düşünce. Dürüst
olmak gerekirse böylesi hazineleri bir avama, yani sana vereceğini beyan
etmesinin akıl işi olmadığını düşünmüştüm. Bu karar Kraliyet Partisi'nden daha
nicelerinin ayrılmasına neden olacaktı. Lakin şu an savaş alnında yanı başında
durduğumda bunun ustaca bir hamle olduğunu düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum.
İnanılmaz derecede bencilsin."
"Keşke beklentilerinizi
karşılayabilseydim..."
Gazef İmparatorluk şövalyelerinin
sımsıkı tutulmuş saflarına şöyle bir baktı.
İmparatorluk saflarında "Üç
Sanat"ın Fluder Paradyne'i haricinde çetin bir rakibin olmadığını düşündü.
Böyle eşyaları kuşanmışken Fluder'i yenebileceğine dair o belli belirsiz umudu
canlı tutma cüretini dahi gösterdi.
Öte yandan Ainz Ooal Gown'a karşı hiçbir
şansı olmadığının farkındaydı. Öyle bir
olasığı hayal dahi edemiyordu.
Ne kadar olumlu bakmaya çalışsa ve
durum lehine işlese dahi kafasında canlanan görüntü; esrarengiz büyü
kullanıcısının kendisini göz açıp kapayıncaya dek katletmesinden başka bir şey
değildi.
"Ne oldu?"
"Yo- Yok bir şey..."
Krallık'taki en güçlü savaşçı
olduğunun farkındaydı. Kendisini dışarıya zayıf göstermesi ordunun moralinin
düşmesine yol açardı.
"Yazık oldu. Prens Barbro adına
üzüldüm bir an için."
"Üzüldünüz mü? Yoksa... Anlıyorum.
Demek öyle? Gazef-dono da insani duygular hissedebiliyormuş. Pekâlâ."
"Ne demeye getiriyorsun?”
"Şey diyorum ya, Kral'ımızın
prensi Carne Köyü'ne gönderme sebebinin prensin savaşta parlamasını önlemek
olduğunu düşünmüyorsundur herhâlde?"
"Durum bundan ibaret değil mi
zaten?"
Raeven küçük bir tebessüm etti.
"Aslında mesele bambaşka.
Majesteleri daha ziyade sana güveniyor gibi hissediyorum."
Gazef'in pek anlamadığını görünce
Marki Raeven detaylıca açıklamaya karar verir.
"Kral'ın gözü kapalı güvendiği
Savaşçı Kaptan, Ainz Ooal Gown isimli rakipten bu denli çekiniyorsa Kral'ımızın
da işbu büyücüye karşı tedbiri elden bırakmaması gayet anlaşılır bir
durumdu. Gönderildiği köyde oğlu her ne
kadar çok ufak başarılara imza atabilecek olsa da böyle akıbeti belirsiz bi’
savaşta bir tanecik oğlunu tehlikeye atmak istemediğinden köye gönderme kararı
aldı. Gerçi işin açığı, eskiden olsa bunca insan evladını savaş alanına
sürerken Kral'ın yalnızca kendi oğlunun üzerine titremesi sinirlerime
dokunurdu.”
Raeven babacan bir tavırla gülümsedi.
"Böyle bir karar almasının
nedenini anlıyorum bittabi. Kendi oğlumun sağlığını güvence altına almak için
ben de aynını yapardım."
"Beni şaşırttınız Marki'm,
babalık damarınız tuttu galiba."
Raeven tebessüm etti.
Gazef ise kaba bir düşünce olmasına
karşın aynı anda nezaket, sevinç ve gurur içeren bu gülümsemeyi ona
yakıştıramamıştı.
"En nihayetinde ben de bir
babayım. Çocuğuma, normal babaların yapacağı gibi bu savaş bittikten sonra
onunla istediği kadar oynayacağım söz verdim. Ah... Konudan saptık. Bunları bir
kenara bırakalım şimdi. Yine de... Prens Barbro, babasının niyetini anlamamış
gibi duruyor. Bir babanın hissettiklerini kendi evladına anlatamaması esef
verici."
Gazef buna ne cevap vereceğine dair
uzun uzadıya düşündü. Hiç evladı olmadığı için kendini bu kafa yapısına sokması
kolay değildi.
"Evet, öyle. Bu arada E-Rantel
üzerinden ayrı bir tabur ile sinsice saldırma ihtimalleri var mı? Her ne kadar
yakışıksız bir taktik olsa da kazanmak için her yola başvurabilirler."
Gazef konuyu bu şekilde değiştirmenin
son derece zorlama olduğunu düşündü fakat Raeven şaşırtıcı biçimde konuyu devam
ettirdi.
“Üç katmanlı perde duvarlarla korunan
E-Rantel'e saldırmaları biraz sıkar. İmparatorluk'un kalan iki ordusu topyekûn
harekete geçse dahi oldukça zorlanırlardı. Benim stratejistim de düşmanın böyle
bir hamle yapmayacağını söylemişti."”
"Öyle mi? Peki ya uçan
yaratıkları veya bir tür gizli bölükleri falan varsa?"
"Yine de mümkün değil. Az sayıda
adamla bir şehrin dizginlerini eline almak kolay iş değil nitekim. Lafı
açılmışken Gazef-dono, E-Rantel'i boydan boya fethetmek için gerekenleri
biliyor musunuz?"
Gazef kafasını salladı.
"Bir kere Krallık ile meydan
muharebesine girip ezici bir üstünlük kazanmaları gerekir. Akıncılar güç bela
da olsa galip çıksa dahi fethettikleri şehir halkına söz geçirmeleri de
ziyadesiyle sıkıntılı olacaktır. Halk hâliyle işgalcileri hoş
karşılamayacaktır, bu sebeple hiç şüphesiz ki bir direniş baş gösterecek. Yani
İmparatorluk ayrı bir tabur ile E-Rantel'e saldırsa bile askerlerimiz zarar
görmediği sürece vakit kaybetmeden şehri geri alabilirler. Hem İmparatorluk mutlak bir galibiyet peşinde
koşuyor. Mutlak bir galibiyet elde ettiklerinde şehir halkı direnmeyi aklının
ucundan bile geçiremeyecek kadar tırsacaktır, dolayısıyla birliklerimiz de
tekrar konuşlanamayacak duruma düşecektir.”
İmparatorluk bu muharebeden muzaffer
ayrılmak zorundaydı, ki bu durum büyük ehemmiyet taşıyordu. Üstelik, ilk başta
saniyesinde birlikleri konuşlandırıp şehri geri alacak Krallık olmak üzere
civardaki ulusların harekete geçemeyeceği derecede ezici, şüphe barındırmayan
bir galibiyet elde etmeleri gerekiyordu.
Gazef birden yapbozun tüm parçalarını
bir araya getirdiği hissine kapıldı. Lakin parçalar akıl edilemez bir şekil
oluşturmuşlardı.
Belli belirsiz nahoş bir hava Gazef'in
üzerine çöktü.
"Sorun nedir Gazef-dono?
"Yok bir şey..."
Gazef kafasında bütün hâline
getirebildiği yapbozun ayrı düşmüş parçalarını Raeven'e söylemek istedi. Üstün zekâsı
sayesinde Raeven'in, kendisini aşan öngörülerde bulunacağına inandı. Gelgelelim tam o sırada Marki'nin gözleri
İmparatorluk saflarına kaydı.
"Gazef-dono, görünüşe göre
harekete geçiyorlar.”
Bir yol açmak için İmparatorluk ordusu
ikiye bölünmüştü. Gazef, düşmanlarının Krallık ordusunun sol ve sağ kanatlarına
akın mı düzenleyeceğini kendisine sorarken havada dalgalanan, kimin olduğunu
bilmedikleri bir bayrak gördü.
Ne Krallık'a ne de İmparatorluk'a ait
olan tuhaf bir arma ile donatulmış bu bayrağı Gazef ilk kez görüyordu. Bayrağın etrafındaki grup ileri çıktı.
Tüm gözler bu gruba çevrilmişti.
Derken... Gazef birden dehşete düştü.
Hemen yanı başında duran ve aynı manzaraya tanık olan Raeven ise sesli bir
şekilde yutkundu. Gazef'in de aynı duyguları hissettiğini anlamasıyla ağzınca
acı bir tat belirdi ve taşikardi yaşadı.
Sıra dışı bir orduya bakıyorlardı.
Karşılarında kabaca 500 kişiden oluşan
süvari birliği duruyordu. Karşı karşıya olan iki orduya kıyasla son derece
küçük bir grup olarak gözüküyorlardı.
Fakat bu tabur ziyadesiyle tuhaf
duruyordu. Raeven'in o kadar ıraktan dahi hissedebileceği düzeyde gergin bir
aura yayıyorlardı.
Gazef'in Carne Köyü'ndeki anıları
gözünün önünde canlanıverdi. Ainz'in kendi elleriyle yarattığını söylediği
şövalye siluetinde bir canavar vardı. Şimdi ise onlardan yaklaşık 200'üne
bakıyordu, devasa kalkanlarını ve çivili zırhlarını kuşanmış savaşçılardı.
Taburun geri kalanı da aynı şekilde
insan dışı askerlerden oluşuyordu fakat deriden bir zırh giymiş ve balta,
kargı, arbalet gibi silahlar kuşanmışlardı.
Ordunun önceki mensuplarına şövalye
deniyorsa bu taburdakiler de savaşçı olarak isimlendirilmeliydi. Nasıl
isimlendirildikleri önemli değil, insan olmadıkları aşikâr idi. İliklerine
kadar canavardılar.
Bunlar; etleri ve kanları ise belli
belirsiz bir sisten ibaret olan, kemikten yaratılmış mahluklardı. Koyu sarı ve zümrüt yeşili sis her yerden
parlıyordu.
Tüm vücudu diken diken olmuştu.
Vaziyet sakat idi.
Hem de ne sakat idi.

