Overlord
Katliam - 3
Üstü kapalı bir ifadeydi ancak Gazef durumu daha iyi açıklayacak
kelimeler bulamamıştı.
"İmparatorluk, saflarına canavarları da kattı anlaşılan.
Hayret verici bir durum. Öyle hayretler içinde kaldım ki tüylerim diken diken
oldu açıkçası.”
"Hayır ama Marki Raeven. Yanılıyorsunuz. Marki'mizin şu an
hissettiği... Yani tüylerinizi diken diken eden şey, durumun hayret verici
olması değil."
"Neymiş peki?”
Raeven'in fena hâlde afalladığını gören Gazef kısa kesti:
“O canavarlar en temel hayatta kalma içgüdünü, ölüm korkunu
tetikledi.”
Gazef, bakışlarını açık bir şekilde korkuya kapılmış Raeven'den
İmpratorluk Ordusu'na çevirdi
"Atlar ürküyor. Eğitimli, nice cenk görmüş geçirmiş savaş
atları dahi korkudan nallarını kıpırdatamıyor."
"Neyin nesi bunlar? İmparatorluk'un gizli taburu falan
mı?"
"Mümkün değil. Bu canavarlar, biz insanların kontrol edip
yönlendirebileceği varlıklar değil."
Gazef'in karşısında duran canavarların gerçek kimliğine dair
hiçbir bilgisi yoktu fakat savaşçı içgüdüleri kesin bir yargıya varmasına
yetecek kadarını söylüyordu.
"Adım gibi eminim.
Ainz Ooal Gown'un şövalyeleri olmalılar."
"Marki Raeven! Derhâl eski maceracıları bir araya getirin
lütfen! En mantıklı hamlenin ne olacağını sorun! Geçmişte nice canavarla
savaşıp sağ kurtulmayı başarmışlar; lütfen tecrübelerini bizlerle
paylaşmalarını isteyin!”
"An--"
Muhtemelen anladığını söyleyecekti fakat korumaları daha erken
davranmış ve onu korumak için pozisyon almışlardı. Başka türlüsü düşünülemezdi
zaten. Bu tehdidin büyüklüğünü Gazef'den önce anlamışlardı.
"Marki Raeven!
Eski orichalcum seviyeli
maceracılar çoktan at sırtında idiler.
"Öne çıkan taburu gördünüz mü? Hissediyor musunuz?"
Maceracıların önünde ise liderleri Ateş Tanrısı Paladini Boris
Axelson duruyordu.
Sesindeki titremeyi saklayamamıştı.
Raeven ağzını bile açamıyordu. Gazef ise nedenini gayet iyi
anlamıştı.
Devasa bir orduyla korunan bir noktada durmasına rağmen zamanında
orichalcum seviyeli bi' maceracı olan adamın korktuğu görülüyordu zira.
Gazef görgü kurallarına ayıracak vakitleri olmadığını anlayıp
şöyle dedi:
"Konuş! Onlar da neyin nesi? Beni selamlamana gerek yok!
Hepiniz bildiklerinizi söyleyin, lütfen!"
Boris boynuna sarılı kutsal sembolü kavradı. Yüz ifadesini
saklamak istedi.
"Kesin bir şey diyemesek de suvarilerin bindiği yaratıkların
Ruh Yiyiciler olarak bilinen efsanevi canavarlar olduklarını düşünüyoruz.
Yaşayanların ruhlarına hasret olan ölümsüz yaratıklar oldukları rivayet edilir.
Efsaneye göre kıtanın ortasındaki Yaratıkadamlar Ülkesi'nin bir şehrinde belirivermişler.
"Peki ortaya çıktıkları gün kaç zayiat verilmiş?"
"Yüz bin."
Gazef'in boğazı düğümlendi.
"Üç Ruh Yiyici belirmiş ve şehirde taş üstünde taş
bırakmamışlar. Nüfusun %95'ini oluşturan 100 binden fazla insanın ölümüyle
sonuçlanmış. Şehir ise akabinde terk edilmiş ve Issız Şehir olarak anılmaya
başlanmış."
Gruba ağır bir sessizlik çöktü.
"Şimdi ise karşımızda onlarda 500 tanesi mi var yani?"
Kimse cesaretini toplayıp da Raeven'e cevap veremedi.
Gazef sessizliği bozmak için bir şeyler söylemeye karar verdi.
"Demin de söylediğim gibi, İmparatorluk'un bu seviyedeki
canavarları kendi gücüyle dize getirebildiğine inanmakta güçlük çekiyorum. Ulu
büyü kullanıcısı Fluder Paradyne dahi bu işin altından kalkamazdı. Bu da demek
oluyor ki..."
Cümlesini tamamlamasına hacet yoktu. Marki Raeven ne demek
istediğini anlamıştı.
"Bu... Ainz Ooal Gown'un kudretini mi gösteriyor yani? Öyleyse... Bu
yaratıkların sırtına binmiş canavarlar neyin nesi oluyor?”
"Şöyle ki..."
Maceracılar gergin bir ifadeyle birbirleriyle şöyle bi' göz göze
geldi.
"Bilmiyoruz. Emin olduğumuz bir şey varsa, o da son derece
tehlikeli olduklarıdır. Düzelteyim, özür dilerim, tehlikeli gibi niceliği belli
olmayan ifadeler kullanmamalıyım. Lakin karşımızda duran şeyleri anlatacak başka
bir kelime bulamıyorum.”
"Peki ne yapacağız o zaman? Gazef-dono?"
Raeven'ın telaşlı sorusuna karşılık olarak Gazef kısa ve öz bir
şekilde şöyle cevap verdi:
"Geri çekiliyoruz."
Düşmanın dehşet verici bir tabur hazırladığının çoktan farkına
varmışlardı. Bunu anladıktan sonra kaçmaktan başka ne yapabilirlerdi ki?
"Kral'a geri çekilmeyi emretmesini salık ver--"
Gazef cümlesini bitirememişti.
Tam o sırada düşman taburun önünde maskeli bir büyü kullanıcısı
belirmişti zira. Büyü kullanıcısının sağında kapüşonlu bir kaftan giymiş kısa
biri, solunda ise İmparatorluk'un Dört Şövalyesi'nden biri duruyordu.
Gazef karşısındaki adamı o kadar ırak bir mesafeden dahi asla
başkasıyla karıştırmazdı.
"Gown-Dono."
"Ulu büyü kullanıcısı
Ainz Ooal Gown bu adam mı oluyor yani?"
"Ruh Yiyiciler'i
çağıran kişi mi? O mu çağırdı? Marki Raeven, biz--"
Nice amansız muharebeden çıkmış gözü pek savaşçı kısık sesle
şunları ekledi:
"Nelerle savaşıyoruz lan biz?"
Ainz'in kolunu sallamasıyla kubbeyi andıran bir biçimdeki yaklaşık
10 metrelik çapta bir büyü çemberi oluştu. Çemberin tam merkezinde duruyordu.
Solundaki ve sağındaki insanlar da çemberin içinde kalmıştı fakat bir şeyleri
yoktu. Görünüşe göre büyü çemberi kendi yoldaşlarına zarar vermiyordu. Bunun
her ne kadar acil bir durum olduğunun bilincinde olsalar da böyle büyüleyici
bir görüntüyü ağızları açık izliyorlardı.
Büyü çemberi mavimsi beyaz ışıklar saçarak çemberin eni ve boyunca
her yerde yarı şeffaf semboller belirdi. Mühürler ise daha önce kimsenin
görmediği rünler ve harfler arasında hızla renkten renge geçerek değişti.
Krallık kuvvetleri hayretler içinde yutkunuverdi. Büyüleyici bir
gösteriye tanık oluyorlarmışçasına seslerinde ne korku ne de gerilim vardı.
Lakin sağlam savaş içgüdüleri olanlar huzursuz oldukları aşikâr bir şekilde
etraflarına bakınmaya başlamışlardı.
"Birliğime dönüyorum ben. Boşa harcayacak vaktimiz yo. Ainz
Ooal Gown'un kudreti hayallerimizin de ötesinde. Onunla savaşa girme hatasını
hiç yapmayacaktık. Şu an üzerimize düşen ise zayiatı asgari düzeyde tutup bir
yandan da olabildiğince tez bir şekilde E-Rantel'e dönmektir. Gazef-dono,
Majesteleri'ni koruyun lütfen. Akabinde ise hiç vakit kaybetmeden geri çekilin!”
Raeven'in şimdiye kadar korumayı başardığı sakinliğinden artık
eser kalmamıştı.
"Baş üstüne! Yeteneklerime o denli güvenmesem de
Majestelerini bizzat koruacağım. Ayrıca usulünce geri çekilmeyi kafaya
takma--"
"Elbette. Çarçabuk geri çekileceğiz. Hatta çil yavrusu gibi
dağılacağız desek daha doğru olur."
"Peki öyleyse, kendinize iyi bakın Marki Raeven!"
"Bilmukabele Gazef-dono! “
Krallık'ın askerî gücünün ve stratejik beyninin tepesinde duran
iki adam hemencecik harekete geçti. Ancak...
- İş işten geçmişti bir kere.
♦ ♦ ♦
Ortalıkta kimse yok.
Ainz büyü çemberini kurduktan sonra kendi kendine böyle demişti.
Krallık'ta hiç oyuncu yoktu.
YGGDRASIL'deki üstün seviye büyüler son derece güçlüydü. Bu
sebepten ötürü de geniş çaplı bir muharebede evvela üstün seviye büyü
kullanıcılarını etkisiz hâle getirmek en temel strateji olmuştur.
Üstün seviye büyü kullanıcıları hasımlarını pek çok yöntemle
etkisiz hâle getirebilirdi. Işınlanma saldırıları yapabilirdi misal. Bir
sihirli halının üzerinden bombardımana tutabilirdi. Çok ıraklardan cımbızla
seçer gibi nişanalabilirdi. Bu stratejiyi yürürlüğe koymak için sayısız yöntem
vardı yani.
Lakin Ainz, böyle saldırılardan hiçbirinin hedefi olmamıştı.
Dolayısıyla da şu an için hiç YGGDRASIL oyuncusu olmadığı kanıtlanmıştı.
Ainz kimsenin göremediği bir şekilde maskesinin altında
sırıtıyordu.
İskelet suratı tebessüm edemiyordu tabii. Neşesini ufaktan
gösteren keskin bir gülümseme Ainz'in kalbindeki hisleri dışa vurmuştu.
"Öyleyse yem görevi görmeme gerek yok ha?"
YGGDRASIL'den hiçbir
oyuncuya rastlamadığı için bu denli neşeli idi.
Zira Ainz, YGGDRASIL
oyuncuları arasında en kudretli olarak görülmüyordu. Kendisinden daha iyi
oyuncular da vardı, ayrıca kendinden daha güçlü oyuncular karşısında hayatta
kalma oranı hiç de iç açıcı değildi. Oyunda Ainz'in gücü irfanından geliyordu.
PVP savaşlarının ekseriyetini kazanmayı başarsa da bunlar, müsabakanın ilk
raundunu kaybettikten sonra gelen ardışık zaferler idi.
Ainz elde ettiği bilgileri pratiğe dökme konusunda şaşırtıcı
derecede maharetli idi. Öte yandan daha önce hiç karşılaşmadığı bir rakibiyle çarpıştığında
mağlup olma olasılığı ziyadesiyle yüksekti.
Ainz de pekâlâ
meziyetlerinin farkında idi, hakkında hiçbir bilgisi olmadığı güçlü bir rakiple
karşılaşmamış olduğu için de yatıp kalkıp şükrediyordu.
Tabii bir yandan da üzüntü duymuyor değildi.
Düşman saflarında Shalltear'ın beynini yıkayan, Dünya Sınıfı bir
eşyayı elinde bulunduran biriyle bağlantılı kimseleri bulamamasından mütevellit
üzüntü duyuyordu.
Ainz'in kalbine yoğun, taşkın bir nefret işlemişti. Her ne kadar
sivri duygularını bastırmayı başardıysa da körpe duyguları hâlâ gün yüzünde
idi.
Ainz avcunu açtı, içinde minyatür bir kum saati duruyordu. Paralı
bir eşya kullansa hiç vakit harcamadan üstün seviye büyü yapabilirdi. Buna
başvurmamasının nedeni ise muhtemel bir YGGDRASIL oyuncusunun varlığını
doğrulamak için yem görevi görüyor oluşuydu.
Gelgelelim düşman saflarında YGGDRASIL'den bir oyuncu yoksa büyü
kullanmak için uzun bir hazırlık süresi harcamaya hacet yoktu. Zaten bir büyü
çemberinin göbeğinde hareketsiz beklemek de hiç havalı durmazdı.
Shalltear ile olan savaşta bu lükse sahip değildi.
Kertenkele adamlara karşı bir saldırı büyüsüne başvurmamıştı.
Öyleyse--
"Bakalım n'olacak şimdi? Merakla bekliyorum."
-Üstün seviye bir büyü saldırısı Krallık'ın ordularına tam olarak
ne yapardı?
YGGDRASIL bünyesinde çok da abartılacak kudrette bir büyü olmasa
da bu dünyada nasıl bir etkiye yol açardı acaba?
Ainz birdenbire olmayan kaşlarını çattı.
Sayısız insan can verecekti fakat onlar için zerre üzüntü
taşımıyordu. Bu durum da kendisini korkutuyordu. Karıncaları ezerek öldüren
biri gibi zalimlik yaptığını dahi hissetmiyordu. İşin aslı... Doğrusu hiçbir
şey hissetmiyordu.
Saldırılarının etkisini görme isteği taşıyordu yalnızca. Tabii bir
de kendisi, yani Nazarick'in Ulu Yeraltı Mezarı için elde edeceği getirileri
düşünüyordu.
Ainz yumruğunu sıktı. Parçalanan kum saatinden sızan kum
tanecikleri rüzgârda savrulup Ainz'i çevreleyen büyü çemberinin içine doldu.
Hemen sonrasında ise üstün seviye büyü aktifleşti.
"[Kara İhsan’a adağımızı sunarız! (Iä Shub-Niggurath)]!"
Daha az önce yeni düzenini almış olan Krallık ordusunun içinden
kara bir rüzgâr geçti.
Hayır, fiziksel bir rüzgâr esintisi değildi.Ne arazinin dört bir
yanında biten otlar ne de Krallık askerlerinin saçlarının bir teli
kıpırdamamıştı.
Krallık ordusunun sol kanadında 70 bin er vardı.
Göz açıp kapayıncaya dek her biri katledilmişti.



