Overlord
Katliam - 9
Bozguna
uğramış askerlerin rastgele sağa sola kaçışmasıyla oluşan kaosun ortasında,
Gazef’in gözleri önüne odaklanmıştı. Krallık’ın hazinesinden olan Jilet Kenar
isimli kılıcını yavaşça çekti. Bu parlak kılıcı ellerinde tuttuğu sürece
Gazef’in zaferi kaçınılmazdı. Bir başka deyişle, bu onun zaferinin bir
kanıtıydı.
Ancak bugün
oldukça zayıf ve küçük görünüyordu.
Dümdüz
üstlerine taarruz etmiş Kara Oğlakların devasa bedenlerinin yanında oldukça
zayıf ve acınası görünüyordu.
“Eğer
burası düşerse sırada Kral’ın kampı gelir. Onları burada durdurmalıyım.”
Bunu der
demez Gazef, kendiyle alay ediyormuşçasına gülümsedi.
Gazef’in bu
yaratığı yenmesinin imkânı yoktu. Onu bir saniye bile oyalayabilirse bile
övgüyü hak ederdi.
Krallık’ın
Savaşçı-Kaptan’ı olarak tüm ülkelerce bilinen kişi bile ancak bu kadarını
yapabiliyordu.
“Majestelerini
alın ve kaçın. Hayatınız pahasına onu kaçırın.”
Bu emirler tıpkı
bir duaymışçasına fısıltılar olarak çıkmıştı ve emirlerini yönelttiği astları
burada bile değildi. Krallık’ın en güçlü askerleri Kral’ı korumak adına geride
kalmıştı. Ancak geride kalmış olsalar bile bu yaratıklara karşı bir kalkan
görevi görecek kadar güçlü değillerdi. Hayatlarını ortaya koysalar bile tek bir
darbede öleceklerdi.
Lakin bu
bile yeterliydi.
Eğer düşman
onlara vururlarsa öleceklerdi, ancak bu darbe kendilerinde harcanırsa Kral’ın
hayatı az da olsa uzayacaktı. Belki de 80
kadar kişi kalkan görevi görürse işe yarayabilir, diye düşündü iyimser bir
şekilde.
“Özür
dilerim.”
Gazef, her
hareketinde havaya kan ve et parçaları savuran yaratık üstüne gelirken
astlarından özür dilemişti. Burada olmayan yoldaşlarından özür dileyerek sadece
kendi vicdanını rahatlattığını biliyordu. Yine de bu kelimeleri sarf etmeden
ölmek istemiyordu.
Ayağının
altındaki toprak sarsılırken Gazef zoraki bir nefes verdi.
Kılıcını
sıkıca tuttu ve kaldırdı.
Kılıcı,
insanları pestile çeviren bu engin vücut karşısında oldukça faydasız
görünüyordu.
Eğer üstüne
gelen bir at arabası olsaydı kolaylıkla kontrol edebilirdi. Vahşi bir kaplan
olsa ilk saldırısından kaçınıp kafasını tek hamleyle kesebilirdi. Ancak
karşısındaki Kara Oğlak olunca hayatta kalma olasılığı çok az görünüyordu.
“Huuuuh…”
Gazef
nefesini verdiği gibi etrafındaki insan kalabalığında bir değişiklik yaşandı.
Hepsi farklı bir yöne kaçışıyormuş gibi görünüyordu, ancak sonradan Gazef’in
yakınından kaçtıkları anlaşıldı. Sanki Gazef ve Kara Oğlak arasında boş bir
alan oluşturuyorlardı.
Kara Oğlak
daha da yaklaştı. Her adımında toynaklarının altında insanlar parçalanıyordu.
Gazef
kılıcını kaldırdı ve önceden çalıştığı bir duruşa geçti. Nereden saldırırsa en
iyi sonucu verirdi?
Bir dövüş
sanatını aktive etti. ‘Zayıflık Hissetme.’
Ancak…
“…Bu şeyin
bir zayıflığı yok.”
Cidden de
zayıf bir noktası yok muydu yoksa güçlerindeki büyük fark yüzünden bu zayıflığı
göremiyor muydu, Gazef bunu bilemiyordu.
Yine de
umutsuzluğa düşmedi. Sonuçta bunun böyle olacağını biliyordu.
Başka bir
dövüş sanatını aktive etti.
Bu gizli
hareket lakabını hak edecek bir gizli hareketti. Altıncı hislerini
kuvvetlendiren bir teknik, ‘Olasılık Hissetme.’
Fiziksel
güçleri arasındaki muazzam farklılık yüzünden kendi fiziksel gücünü artırmak
çok bir farklılık oluşturmazdı, bu yüzden de altıncı hislerini geliştirmenin
daha etkili olabileceğini düşündü.
“Gel
bakalım, yaratık.”
Kara Oğlak
kendisine yöneltilen bu meydan okumayı duymuşçasına Gazef’e doğru dümdüz
koşmaya başladı. İkisi arasındaki mesafe hızla kapanmaya başladı.
Gerçeği
söylemek gerekirse…
…Gazef
korkuyordu.
Eğer
yapabilseydi etrafındaki askerler gibi kaçmak isterdi.
‘Olasılık
Hissetme’ ile bile hiçbir şey hissedemiyordu. Tıpkı yıkılamaz bir karanlık
duvarla çevrilmiş gibiydi.
Kara Oğlak
yaklaştıkça Gazef onu daha dikkatli inceleyebildi.
Toynaklarının
zarar görmemesine bakılırsa normal bir kılıcın ona zarar veremeyeceği aşikârdı.
Arkada bıraktığı toynak izlerine bakılınca da ağırlığıyla birisini anında
öldürebilirdi.
Yaratığın
gücünü gördükçe korkusu da gittikçe arttı.
Şu anda
Gazef, etrafındaki kaçışan askerlerden çok daha fazla dehşete maruz kalıyordu.
Ancak geri
dönemezdi.
Krallık’ın
en güçlü savaşçısı kaçamazdı. ‘Olasılık Hissetme’yi kapattı ve sakinleşmeye
çalıştı.
Kara Oğlak
iyice yaklaşmaya başlamıştı.
O kadar
yaklaşmıştı ki toynaklarının savurduğu toprak parçaları Gazef’e
yetişebiliyordu.
Etrafındaki
askerleri sanki sineklermişçesine görmezden gelip direkt olarak Gazef’in üstüne
geliyordu.
Ya da
gelmiyordu.
Kara Oğlak
sanki bir duvara çarpmış gibi döndü. Hızlı bir şekilde döndüğünden Kara
Oğlak’ın adımları karışmıştı. Eğer bu kadar çok bacağı olmasa dengesini kaybedebilirdi.
Düşman kaçtı. Bu imkânsızdı.
Gazef bile bunu biliyordu.
Nerede daha
fazla av bulacağına bakıp toynaklarının arasında daha fazla insan ezebileceği
yerlere odaklanmıştı.
Kara Oğlak
Gazef’in yanından geçerken ayaklarının altındaki toprak bir depremle sarsıldı.
Aralarındaki
mesafenin çok az olması dolayısıyla bunun bir depremden hiçbir farkı yoktu.
Gazef dışında kim olsa ayakta kalamazlardı.
Kara
Oğlak’ın dev toynaklarına doğru hedef aldı ve…
“Haah!”
Gazef
kılıcını savurdu. Böyle bir momentumla düşmanın hızı, kılıcın kesmesini daha da
kolaylaştırırdı.
Kılıç
toynağına değdiği anda toynaktan büyük bir tepki gerçekleşti ve kılıçtan direkt
olarak Gazef’in kollarına çarptı. Gazef adeta omuzları yerinden çıkmış gibi
hissetti.
Ayakları
yere sağlam basıyordu, fakat geriye doğru savruldu ve ayaklarının yerde
sürünmesiyle toprakta iki çizgi oluşturdu.
“Aaaaah!”
Nasıl
olduğunu kendi de bilmiyordu fakat kılıcı hâlâ elindeydi. Ancak acı tüm
vücuduna yayılmıştı. Kasları ya da tendonları fark etmeksizin vücudunun her bir
yeri acıyordu.
Gazef sert
bir şekilde nefes aldı ve kendisini geçen dev bedene baktı.
Gazef’ten
çok uzak olmayan bir mesafede Kara Oğlak çılgınca koşuşunu durdurmuştu.
Dokunaçlarından
birisi buğulanmaya başladı.
Gazef’in
bedenine bir soğukluk yayıldı. Yine de kılıcını kaldırdı.
Bir anda
kılıcından çıkan gizemli bir darbe Gazef’e çarptı ve bedeni havaya uçtu.
Gazef bir
şey görememişti ama dokunaçlardan birinin hedefi olduğunu düşünüyordu. Bedeni
havada uçuyordu.
Şaşırtıcı bir
biçimde uzan süren havada süzülmesinin sonucunda Gazef sonunda yere çarptı.
Yuvarlandı, yuvarlandı ve yuvarlandı. Ancak bu yuvarlanan bir ceset değildi,
hızını kasıtlı olarak yavaşlatmaya çalışan, canlı bir insandı.
Gazef,
yaralı bedenini zorlayarak yavaşça ayağa kalktı. Uzaktaki Kara Oğlak’a baktı.
Tek darbe.
Darbeyi
yiyen kolu kırılmıştı. Kılıcının da kolu gibi kırılmamış olması ise bir
mucizeydi.
Gazef’in
yüzündeki duygular kayboldu.
Neden? Neden
kurtarıldım? Neden beni kovalamadı?
Cevabı
büyük ihtimalle ona denk bir rakip olmayışıydı.
Bu bir
yenilgi bile sayılamazdı. Yenilmesi için önce savaşması gerekirdi. Ancak
savaşmanın yanından bile geçememişti.
Isırdığı
dudağından kan akmaya başladı.
Ardından
Gazef, tüm acısını bastırarak tüm gücüyle atıldı.
Rakibini
yenemeyecekse bile, bir darbe alabilse bile Kral’ını korumuş sayılırdı.
Ancak
kararlılık ve inanç ile dolu adımları birkaç adım sonra bocalamaya başladı.
Ona doğru
dönmüş olan Kara Oğlak’a baktığında neden az önce hayatta kaldığını anladı.
Kara Oğlak’ın
üstünde birisi dokunaçlardan oluşmuş bir tahtın üstünde krallara yaraşır bir
biçimde oturuyordu. Elbette yüzü anormaldi. Kafatasına benziyordu ve hiç
kuşkusuz bir insan değildi.
Bu kralın
kim olduğunu anlamayacak kadar aptal değildi Gazef.
“Ainz Ooal Gown…
dono. Cidden insan değildiniz demek.”
Teokrasi’nin
özel güçleri. Gazef’in onları yenmeye dair bir umudu yoktu ancak o, onları
rahatlıkla yenmişti. Hiçbir insan bunu yapamamıştı, bu yüzden kabullenişi de
kolay olmuştu.
Evet. Bu
kadar güçlü birinin insan olacağını nasıl düşünebilmişti ki zaten?
“Stronoff-sama!”
Arkasına
bakmadan bile sesinin boğukluğundan kim olduğunu anlamıştı. Tanıdık bir ikili
ona doğru koşuyordu.
“İkiniz de
iyisiniz demek.”
Climb ve
Brain yaralanmamıştı. Climb’ın bembeyaz zırhında tek bir kan lekesi bile yoktu.
İkisinin de kaçmaya çalışmadığı düşünüldüğünde oldukça şanslı olmalılardı.
“İyi
olduğunuza sevindim!”
“Öleceğini
düşünmemiştim ve ölmemişsin de. Ancak daha bitmedi değil mi?”
İkisi de
Gazef’in baktığı yere baktı.
“Bu…”
“Bu sadece
tek bir kişi olabilir Climb-kun. Diğer yaratıkları yöneten bir başka yaratık.
Ainz Ooal Gown.”
“Bunu…
Bunu… Bunu nasıl söylerim bilmiyorum… Ama özür dilerim.”
Climb’ın
bedeni titriyordu. Sert, donmuş ifadesi heyecandan titremediği gerçeğine ihanet
edermişçesine değişmişti.
“Endişelenme
Climb-kun. Bu utanılacak bir şey değil. Daha doğrusu elden bir şey gelmez!
Üçüncü bir şahsın gücü tüm mantığımızı yok etti resmen! O günden beri hayatımın
geldiği hâle bak!”
Brain savaş
duruşuna geçerken bir küfür savurdu. Gazef, Brain’in yüzündeki sıradan ve rahat
tavrı görünce şaşırmıştı.
“K-Kaçmayacağım!”
Climb ve
Brain, Gazef’in yanında durdu.
Havada
uçuşan et parçaları arasında, Kara Oğlak Gazef’in önünde durdu.
Uzaklardan
çığlık sesleri geliyordu. Tek sessiz yer burasıydı.
Sanki
burası artık dünyanın bir parçası değilmiş gibiydi.
Ainz’in
bakışları Gazef’e döndü. Ardından memnuniyetsiz bir şekilde Brain’e ve Climb’a
baktı. Omzunu silkti ve tekrar Gazef’e baktı.
“Oldukça
canlı görünüyorsunuz Stronoff-dono.”
“Siz de
öyle, Gown-dono. Hehe, gerçi size canlı demek problem olur sanırım. Sonuçta
sizi son gördüğümden beri insanlığınızı kaybettiyseniz çok kaba bir tabir
olurdu.”
“Hahaha.
Hayır, son zamanlarda hiç değişmedim.”
Gülmekte
olan Ainz Kara Oğlak’ın tepesinden aşağı doğru süzülmeye başladı. Yer çekimine
karşı gelerek süzülmesine bakarsak bir çeşit büyü kullanıyor olmalıydı.
‘Uçuş’
büyüsü olabileceğini düşünen Gazef, sonradan Ainz Ooal Gown’un ne kadar yüce
bir büyü kullanıcısı olduğunu hatırladı ve kullandığı büyünün ‘Uçuş’ büyüsünün
çok daha iyi bir versiyonu olabileceğini düşündü. Ne kadar iyisi olduğunu ise
bilemiyordu Gazef.
“Görüşmeyeli
epey oldu Stronoff-dono. Carne Köyü’nden beri.”
“Evet, epey
oldu Gown-dono. O zaman sormama izin verin, neden beni aradınız? Savaş alanında
tanıdık birini görmek isteyip benimle buluşmak mı istediniz?”
“Şey, evet.
Süslü cümleleri sevmiyorum. Dolaylı konuşmak da buranın atmosferine uymuyor. O
yüzden hemen konuya gireceğim.”

